Sayfalar

16 Ekim 2011 Pazar

Blow- film analizi

Blow, 2001 yılı yapımı, yönetmenliğini Ted Demme nin yaptığı bir film; kuzey amerikanın 80 li yıllardaki en büyük kokain satıcısı George Jung ın gerçek hikayesini anlatıyor. Başrollerde Johny Depp, Peneloppe Cruz, ve Cliff Curtis oynuyor.


Jhonny Depp çok iyi oynamış, sanki tüm filmlerine aynı karizmatik, cool kişiliğini yansıtıyor gibi.
Sinema sektörüyle en iyi uyuşturucu karşıtı propagandaları (hatırlayın Trainspotting) Johny Depp gibi populer ikonları da kullanarak çok başarılı bir şekilde yapmak mümkün. Gençlere en iyi ulaşım yöntemlerinden biri sinema.
Amerikanın 80 li yıllarda marihuana, kokain gibi uyuşturucu maddeyle mücadele ettiğini görüyoruz. O zamanlar kokaini Kolombiya dan Kuzey Amerikaya taşıyan belli başlı bağlantılar varmış. Malları ya kendi uçaklarıyla yada o zamanlar hostesler kontrol edilmediği için onların valizlerinde taşıyorlarmış. Malı elden çıkarmak hiç de zor değilmiş.
Jung ın ilişkilerinden öğrendiğimiz kadarıyla, istemeye istemeye insanlar anne ve babasının yaşadıkları ilişkilere benzer ilişkiler yaşamaya yöneliyorlar. Belki farklı olmak elimizdedir, ama şöyle bakınca anlıyoruz ki "biz erkekler babamız gibi oluyoruz zamanla, eşimizin de bizim aile modelimizdeki kadın gibi yani annemiz gibi olmasını bekliyoruz. Onu o şekle sokmaya çalışıyoruz."
Çocuklarımıza nasıl baktığımız, onlarla ilgilenip ilgilenmememiz, onlara nekadar zaman ayırdığımız, hep aile kavramının bizdeki anlamıyla ilintili. Eğer mutlu bir aile istiyorsak öncelikle bizdeki bu aile tanımı üzerine dürüstçe düşünmemiz gerekiyor.
Fimi izlerken bir de şöyle düşünmüştüm: nasıl bir hayat istiyorsan kurman kendi ellerinde. Partiler, müzik, dans, marihuana, hayatında neler istiyorsan onları katabilirsin. Bunun önünde hiçbir engel yok. Kaliforniya ya taşınıp sıfırdan hayat kurmaları da çok hoşuma gitti. Orada çok para kazanıp başarılı olmaları hiç şaşırtmadı, çünkü ancak gerçekten özgür olursan ozaman gerçekten hırslanabilir, karakterli ve zor kararlar alabilirsin. Özgür olmadan aldığın tüm kararların içinde pişmanlık kırıntıları olacaktır.

Düşündüm de hayat öyle pek de uzun değil, 60 ına geldiğinde zaten çoğu şey için geç olmuş olacak. Yaptığımız hataların, pişmanlıkların yükleri omuzlarımızda artacak, çoğu şeyi düzeltemeyecek kadar geç olmuş olacak. Belki bu hatalar başkalarının hayatlarını da etkilemiş olacak ve biz onlar adına da üzgün veya mutlu olacağız. Tüm bu iyilik ve kötülükler büyük bir ızdırap veya mutluluk şeklini alacak. O zaman cennet ve cehennemin ne demek olduğunu belki daha iyi anlayacağız.