Sayfalar

16 Mart 2018 Cuma

National Lampoon - Animal House

Yönetmen: John Landis
Senaryo: Douglas Kenney, Harold Ramis
Oynayanlar: John Belushi, Karen Allen, Tom Hulce ...


National Lampoon komedi serisinin 1978 yapımı ilk filmi Animal House.
Amerika' nın sert , abartılı ve sıradışı tarzıyla bilinen satirik mizah dergisi National Lampoon' un kurucusu Douglas Kenney liderliğinde (yine aynı dergiden Chris Miller ve Harold Ramis eşliğinde) senaryosu yazılan Animal House, bugün alışık olduğumuz birçok komedi klişesini ilk kez sinemaya taşıyan yaratıcı kadronun bir ürünü.
National Lampoon ve Doug Kenney hakkında daha fazla bilgi için biyografik komedi filmi FAYDASIZ VE APTALCA BİR HAREKET - A FUTILE AND STUPID GESTURE filmi izlenebilir.

Animal House filmine dönersek, hikaye bir üniversite kampüsündeki 2 farklı öğrenci derneğinin çatışması üzerine kurulu. Zengin, eğitimli, başarılı, düzgün çocukların kurduğu Omega Klübü (Lions Club veya Rotary benzeri); ve bunların karşısında tembel, alkolik, yaramaz kolej öğrencilerinin kurduğu Delta Klübü. Sinemada çokça işlenen Snob vs Taşralı çatışmasının ilk örneklerinden biri belki de.  Hangi klübün daha eğlenceli olduğunu anlatmaya gerek yoktur sanırım. Delta klübün öğrencilerinden herbiri bize neşeli öğrencilik veya yurt günlerimizi hatırlatacak yaramazlıklar peşinde. Dostluk, samimiyet... veee alkol, toga partileri, dolandırıcılık, hırsızlık, geçit töreni basma, at hırsızlığı, röntgencilik..daha neler neler...

Öncelikle yönetmenden başlayalım. John Landis, Chicago'lu bir yönetmen. Onu BluesBrothers ve BluesBrothers2000 filmlerinden hatırlayabiliriz. Bir Chicago' lu olarak filmlerinde Jazz ve Doğaçlama etkisini rahatlıkça görebiliyoruz.

Oyunculuklara gelince, başrol olmasa da filmin lider oyuncusu John Belushi çok başarılı. (BluesBrothers filmindeki ikiliden kısa boylu olanı; Jim Belushi' nin 5 yaş büyük abisi)
Kendisi, Chicago Second City doğaçlama tiyatrosundan yetişmiş ve tüm maharetlerini sergiliyor.
John Belushi nin bu filmde oynadığı karakterin gücünü ve gerçekliğini kelimelerle anlatabilmek zor. Kirli, kaba, komik, sevimli, anarşist (70-80 lerin amerikan sinemasındaki Marx etkisi) bu karakter kısa sürede bizi kendisine çekmeyi başarıyor. Çoğu sahnede tamamen spontane ve yaratıcı bir oyunculuk sergiliyor. Ünlü yemekhane sahnesi kesinlikle görülmeye değer.

Çok rahat, çok doğal, telaşsız ve sakin. Malesef John Belushi 33 yaşında aşırı dozdan hayatını kaybediyor. O yaşına bile 13 tane sinema filmi ve sayısız Saturday Night Live programını sığdırmış. Bence büyük bir kayıp olmuş. Daha neler verebilirdi, hayal bile edemiyorum.

Filmin soundtrack müzikleri rock ve jazz etkisini taşıyor. Otis Day and Knigths grubunu bu film sayesinde tanıdım, kesinlikle dinlemeye değer.

Filmde kendi okul yıllarımızdan tanıdığımız birçok karakteri görebiliriz demiştim...
iyi çocuk Larry, şişman-sempatik Kent, disiplinli-ukala Neidermeyer...
Oyuncu kadrosunda Donald Sutherland, Kevin Bacon gibi gelecek vaadeden büyük oyuncuları da görüyoruz.
Ençok beğendiklerim şunlardı; Tim Matheson (Eric), John Belushi (Bluto), John Vernon (Dekan), Verna Bloom (Dekanın eşi) ..ama filmdeki tüm oyunculuklar kalbur üstü denebilir.


iyi seyirler, iyi eğlenceler,

Mahmut IRMAK

19 Şubat 2018 Pazartesi

The Front Page (1974) Film Analizi

The Front Page (Ön Sayfa) filmi, 1974 yapımı, senaryosunu Billy Wilder ve IAL Diamond'ın aynı isimdeki tiyatro oyunundan devşirdikleri bir komedi filmidir. Bu senarist ikiliyi "Some Like it Hot" ve "The Apartment" gibi hit filmlerden biliyoruz. Billy Wilder, 1906 Avusturya doğumlu bir yönetmen, 27 yaşında Hitler'in Almanya'da iktidara gelmesiyle önce Paris'e oradan da Amerika'ya kaçıyor.

 
Billy Wilder ve IAL Diamond (Romanya doğumlu senarist) 'ın amerikan toplum yapısına dışardan bakan gözlemci yaklaşımları bu ikiliye birçok avantaj sağlıyor. 

 

The Front Page filminde de öncelikle büyük bir amerikan gazetecilik etiksizliği eleştirisi görüyoruz. "Gerçek"lerden ziyade, daha çok dikkat çekebilecek yalan haberler üreten, halk ve iktidar neyi duymak istiyorsa onu söyleyen bir gazetecilik anlayışı resmi çiziyor. Zamanının amerikasındaki kominizm fobisini güzel işlemiş. Filmin orjinali 1929 yapımı, ozamanların Rus kominizm savunucularını, gazetelerin ve kanun adamlarının nasıl öcü gibi gösterdiğini anlatıyor. Aslında saf bir romantik olan Williams ın, nasıl biranda polis katili azılı bolşevik bir kominist olarak gösterildiğini, sabah 7 de darağacında sallandırılacağını nasıl da iştahla manşetlerine taşıdıklarını görüyoruz. Filmi izlerken, son zamanlarda birkaç kez dillendirilen Turgut Özal'ın bir sözü aklıma geldi, "Türkiye de medya hükümetler yıkmıştır, hükümetleri iktidara getirmiştir". Filmde de vurgulandığı gibi, basın algıları istediği şekilde yönlendirme gücüne sahip, ve malesef bu güç kötü emellerin yolunda çok büyük sonuçlar doğurabiliyor. Tabiiki bunu söylerken ifade özgürlüğünün gerekliliğini de unutmamalıyız. Keşke özellikle ülkemizde de bu ikisi arasında bir denge kurabilsek; yani  "Habercilik Etiği" nin kontrolü ve  "İfade özgürlüğü" nün korunması arasında bir yerlerde görebilsek medyamızı.

Billy Wilder yine seyirciyi filmin sonuna kadar heyecanı sürekli tutacak bir hedef koymayı ihmal etmemiş. Hildy ve müstakbel eşi Peggy (Susan Sarandon) geceyarısı trenini yakalayabilecek mi acaba? Bu heyecanlı sinematografik yapı, onun başka filmlerinde de görülebilir. Örneğin "Out of towners" filmindeki sabah 9 randevusu gibi. İzleyici filmin içeriğindeki olayları takip ederken hep sabit bir merak ve gerilimle, gittikçe azalan zamanın tik tak larını duyuyor.

Oyunculuklara gelirsek, Jack Lemmon yine yüksek enerjisi, olayların ve amaçların heran içinde olması, yüksek ritmi ve amaçlarıyla uygun seviyedeki duygusal ifadeleriyle amiyane tabirle "yağ gibi akıyor". 

Walter Matthau, Jack Lemmon ile yine güzel bir harmoni içerisinde. Terazinin öbür tarafını hep dengede tutuyor. Lemmon' ın telaşı, iyilikseverliği, hayal perestliği ve duygusallığına karşı yeterli ölçüde sertlik, soğukkanlılık, kurnazlık, gerçekçilik ve alaycılık.. Lemmon ve Matthau güzel duetlerine bir yenisini ekliyor.

Filmdeki bazı diğer karakterler de eğlence katmış; şerif, vali, kaçak Williams, Viyanalı doktor ...gibi.

Filmin yüksek ritmine dikkat! bu yüzden replikler, espriler ve göndermeler taramalı tüfek gibi geliyor üzerimize. Çoğu cümleyi ancak tekrar aldığımda anladığımı itiraf etmeliyim.

iyi seyirler!

Director:

Writers:

(play),



Charles MacArthur ... (play)
Billy Wilder ... (screenplay) &
I.A.L. Diamond ... (screenplay)

9 Eylül 2017 Cumartesi

The Women in Red - film analizi- Yorum

Yönetmen

"The Women In Red(1984)" yada "Kırmızılı Kadın" diye dilimize çevrilmiş olan komedi filmi aslında yakından tanıdığımız bir film. Ertem Eğilmez, 1985 yılında Aşık Oldum (Şener Şen, Erdal Özyağcılar, Şavaş Dincel, Ayşen Gruda) adıyla ülkemize uyarlamış.

Aslında Gene Wilder'ın filmi de fransız "Pardon Mon Affaire(1976)" filminden uyarlanmış. O da orijinal değil yani.
Mizah konusunda referansların hep fransız sinemasına varması beni şaşırtmıyor açıkçası. (bkz Francis Veber komedileri)
Bu filmi analiz etmezden önce aslında orijinal fransız versiyonunu izlemek daha doğru olurdu ama henüz bulamadım bu filmi. Okuduğum yorumlara göre, fransız versiyonu filmin birçok teması (evlilik, çapkınlık, ilişkiler) hakkında çok daha derin fikir ve görüşler sunuyormuş.

Gelelim Gene Wilder versiyonuna;
Ilk birkaç sahne orijinalinin direk kopyasıymış ama sonradan birçok sahneyi Hollywood beklentisine göre uyarlamış. Yani daha eğlenceli ve daha hafif hale getirmiş. Bence çok komik olmuş.
Otoparkta yerdeki havalandırma ızgaralarının üzerinde kırmızı elbisesiyle dansederken kendisini görüp, daha ilk anda vurulan, onunla bir randevu şansı yakalamak ve yanına gidebilmek için karısına türlü bahaneler ve yalanlar uyduran (yada bunları beceremeyen) sakar bir aşık...
Aşık olduğu kadının yanında yağmurun altında beklerken, yada binmeyi bilmediği atı kontrol etmeye çalışırken sakar, şaşkın aşık karakteri gerçekten tatlı ve komik. Aşık olduğu kadın diyip geçmeyelim, Kelly LeBrock dan bahsediyoruz. Sevecen ve muzır bakışlarıyla içimizi gıdıklıyor gerçekten. Herşeyiyle çok güzel ve bu uğurda karakterimizin başına gelen hiçbirşey bizi şaşırtmıyor.
Orijinal versiyonunda fransız grand-actor Jean Rochefort, Teddy karakterini nasıl oynamış bilmiyorum; ama Gene Wilder ın bazı klasikleşmiş komedi "trük"lerini gözlemledim. Örneğin, çok zor durumda kaldığında ve verilecek hiçbir cevabı olmadığında vakit kazanmak için uzun ve histerik gülmeler yapıyor. Ya da şaşkınlıkla düşünürken gözlerini yatayda sağa sola hızlıca hareket ettiriyor. Şener Şen den bildiğimiz bu mimikleri orijinalinden görmek daha keyifli tabii ki.
Teddy nin arkadaşları da çok eğlenceli. 4 kankanın beraber eğlendikleri her sahne çok hoşuma gitti. 
Zor durumlarda birbirilerini desteklemeleri, sorunlarını paylaşmaları çok samimiydi. Türk versiyonunda da bence Erdal Özyağcılar, Savaş Dinçel ve Necati Bilgiç kanka rollerinde çok iyiler.

Sonuç olarak, güzel bir komedi. 
Hatta vaktiniz varsa 3 versiyonunu da izleyin derim:)
Fransız: Pardon Mon Affair (1976)
Amerikan: The Women In Red (1984)
Türk: Aşık oldum (1985)

iyi seyirler!
Mahmut Irmak


25 Ağustos 2017 Cuma

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964) - film analizi- Yorum

Yönetmen:


Stanley Kubrick 'in 1964 yapımı savaş karşıtı, politik, kara-mizah filmi.
Shining, Otomatik Portakal, Gözü Tamamen Kapalı, Full Metal Jacket.. gibi filmlerle sinema tarihine farklı türlerdeki başyapıtlarıyla geçmiş Kubrick ustanın bu anti-war (savaş karşıtı) komedi filmi, döneminin politik tartışmalarında anti-militarist bakış açısını destekliyor. Ikinci dünya savaşı sonrası ABD ve SSCB 'nin nükleer silahlanmasının muhtemel trajik sonu hakkında distopik bir fikir veriyor.
Kubrick, fikrini ciddi veya sıkıcı birşekilde anlatmak yerine komik ve abartılı bir anlatım yolu seçmiş. Bunu yaparken de en büyük silahı Peter Sellers. 

Aktör 3 farklı karakterde ( yüzbaşı Lionel Mandrake / ABD Başkanı Merkin Muffley / ve Dr. Strangelove) hem kişikten kişiliğe giriyor hem de bize oyunculuk dersi veriyor bir anlamda. 3 farklı karakterin de kendine has fiziksel özelliklerini yansıtmış. örneğin Dr Strangelove ın Alman aksanı,  ısrarla Nazi selamı vermeye çalışan sağ eli, tekerli sandalyedeki yan oturuşu veya çenesindeki kısmi felç gibi..
Repliklerinden çok bağımsız olarak farklı tavırlar ve  tonlamalar geliştirmiş.
Film ilk bakışta sıkıcı ve ağır konuları işleyen filmler kategorisinde izleyiciyi biraz zorlayacakmış gibi görünse de, bence eğlenceli, heyecanlı, baştan sona sürükleyici, komik ve politik fikri olan bir film. Uçak içerisindeki sahneler çok dikkatle, bir belgesel objektifinden anlatılır gibi çekilmiş. B-54 tipi savaş uçakları hakkında neredeyse döküman niteliğinde bilgiler veriyor. Pilot, yardımcı pilot ve personelin yaptığı her hareket-basılan her düğme gerçek bir uçak personelinin hareketlerini gösteriyor ve uçaklar hakkında çok bilgim olmasa da eminim tüm bu süreç bir uzmanına danışılmış gerçek havacılık terimleri ve aktivitelerinden oluşuyordur. Yani öncelikle bir yönetmenin işlediği konuya hakimliği; olay, mekan ve diyaloglar hakkındaki ön çalışmalarının meyvelerini görüyoruz. Bu sadece uçak içindeki sahneler için geçerli değil, filmde geçen hemen hemen her mekan, olay ve diyalogda kendini gösteriyor. Amerikan 843 Havacılık Üssü'nde, Başkanın Oval Harekat Odasında(War-Room) kullanılan teknik terimler gerçeğin birebir yansıması izlenimini veriyor.

Peter Sellers gibi George Scott ın çılgınlığın sınırlarındaki General Turgidson karakteri de izlemeye değer. Aslında her karakter incelikle işlenmiş. General Ripper, Çavuş Kong, Rus Büyükelçi...
1964 yılında yaratılmış bu karakterler daha sonraki birçok sinema filminde tekrar tekrar işlenmiş. (bkz. Austin Power serisi).
 








Filmin Konusu:
Kubrick bu filmle birlikte Nükleer silahlanmanın muhtemel tehlikeleri hakkındaki fikrini ve safını açıkça belirtmiş. Nekadar güvenlik önlemi alınırsa alınsın, bir kaç istisnai durum; ki bu çılgın bir General veya işgüzar bir savaş pilotu olabilir, bir anda herşeyi geri dönülmez şekilde arap saçına döndürebilir. Sadece birkaç askerin değil, yüzmilyonlarca sivilin hayatı da tehlikeye girebilir. Ki bu filmde işler daha öteye gidiyor, zavallı gezegenimizin ve üzerindeki tüm canlıların 100 yıllık geleceği büyük risk altında.
Kubrick, ABD-SSCB soğuk savaş dönemindeki silahlanma yarışının, olayları nekadar ekstrem noktalara taşınabileceğini anlatıyor. Bu noktada döneminin sol politik görüşüne yakın olduğunu anlıyoruz. Özellikle Hava Kuvvetlerindeki bu "paralel" "kalkışmanın" altında büyük bir Anti-Komünist önyargı ve cepheleşmenin varlığını görüyoruz. Kubrick bu düşmanca ve aşırı milliyetçi tavırla dalga geçiyor. Özellikle General Ripper'ın Ruslardan neden nefret ettiğini anlattığı, komünistlerin güya "saf vucüt özsuyunu" nasıl bulandırmaya (floridleşme) çalıştıkları hakkındaki saçma teorisi bunun en açık örneği.
Clemencau' nun güzel bir sözü hatırlatılıyor: "Savaş Generallere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir."
Filmde bazı tezatlıklar da komedi unsuru olarak kullanılmış; Örneğin, Silahlı çatışmaların arka planında gösterilen "Barış bizim işimizdir- Peace is our profession" panosu. Veya, Başkan'ın, kendi aralarında tartışan Rus-Amerikan diplomatlarını susturmak için söylediği: "Nasıl kavga edersiniz, saygılı olun! burası Savaş Odası" sözü gibi..

Filmdeki sayısız anektodu burada anlatmak imkansız, izlemek gerekiyor. Örneğin, Amerikan başkanını ankesörlü telefondan aradıkları, bozuk para almak için CocaCola makinesini büyük çekincelerle kırmaları, Teksas'lı pilotun kask yerine taktığı kovboy şapkası ve yaptığı müthiş rodeo...


Özetle, Amerika Film Enstitüsü' nün "En iyi 100 Komedi Filmi" listesine aldığı "Dr. StrangeLove,  Yada Endişelenmeyi Bırakıp Bombaları Sevmeye Nasıl Başladım" filmini izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.





iyi seyirler!
Mahmut IRMAK


13 Eylül 2016 Salı

süblimleşme

"süblimleşme" denen teori sanırım şöyle izah edilebilir:
hormonların yoğun kontrolü altındayken bile zihinsel aktivitelerini daha iyi bir yöne kanalize edebilmek...

Hormonların çok farklı sebeplerden dolayı uyarılmış olabilir:
bir kadın/bir erkek, bir hayal, bir şarkı, film...
yada bir otel odası.. farklı çağrışımlar yapabilir... bir yemek veya içecek afrodizyak etki yapmış olabilir. Bunun yanında, tatile çıkmak, yolculuklar yapmak da uyarılmaya ve vücuttaki cinsel yada koruyucu hormonların salgılanmasına sebep olabilir.

Bu noktada seçim yapmak elimizde. Ya hemen biran önce orgazma ulaşmaya çalışmak!...ya da bu hormonel gücü kontrollü ve faydalı bir şekilde kullanmak, avantaja çevirmek...

 "beyindeki bu hali, normalleştirmek". Yani "cinselliği daha aşağılarda değil beyinde yaşamak". Vücudunun bir yerlerinde karıncalanma olması sorun değil. "Bu anın hemen geçmesini istemekten vazgeçmek". Tam tersine zamana yaymak, hormonlarını "yaşayabilmek". Mantıklı düşünmeye zorlamamak, tam tersine bu uyarılma anının ve artan hormonların, libidonu artırmasını ekstra bir güç olarak görmek. Bu sayede daha güçlü feromonlar yaymak mümkün olacaktır. Böylece daha yaratıcı fikirler veya hayaller mümkün hale gelecektir. Fiziksel olarak da büyük ihtimalle daha güçlü hissedeceğiz kendimizi.

Asıl önemli olan bu ekstra gücü farklı yönlere kanalize edebilmek, mesela konuşurken ses tonumuza, teatral vücut hareketlerine-esnekliğine, bir plan yapıyorsan yada çalışıyorsan verdiğin kararlara ve eforuna yansıtabilirsin.
Özetle amaç:
Derin bir nefes almak, ve doğanın verdiği bu hormonel gücü daha agresif, daha mizahi, daha kararlı, ısrarcı ve yaratıcı bir yere kanalize edebilmek, avantaja dönüştürmek.

Eyes Wide Shut


Yönetmen: 



Kadınların cinsel dünyaları...sıradışı düşünceleri...

kadınların cinsel güçleri ve arzuları.
düşünsene istediğin herkesi elde edebilecek bir gücün var elinde...
hayallerin, fırsatların var...filme göre evlilik belki de ençok kadınlar için bir kafes..

aşk; erkek ve kadın..
aldatma üzerine bir film değil bu...cinselliğin özgürlüğü hakkında,
ölen adamın kızının (Marion) istediği de o..
kendinden beklenen, mantıklı olarak, kocasını sevmesi ve mutlu olması..ama..
aslında Bill'e aşık ve zavallı kocasıyla beraber uzaklara taşınmak istemiyor...

bu film gerçekten feminist bir film..

karı koca arasındaki kutsal bağın inceliği..
evliliğin bir durak değil, yolculuk olduğu hakkında..
Bill'in kafasında evliliğin yeniden biçimlenmesi...

Alice'in söylediği gibi;" bırakalım konuşmayı da sevişelim!"

filme göre, aslında evlilik ne biliyor musun:
ev arkadaşlığı+ seks + hayaller..

bunun dışındaki ulvi ve daimi aşk, sadakat gibi konular subjektif..

ünlü bir çiftin özel hayatına giriyoruz bu filmle (Tom ve Nicole); o tarafı da çekiyor bizi, ünlüler için de olayın farklı olmadığını göstermek istiyor Kubrick, biz de merak ediyoruz..

partideki iki top modelin Doktorumuzu ısrarla üst kattaki odaya çekmeye çalışması da yine kadınların ulvi libidosu hakkında..eğlenceli aşk dünyaları, fantazileri..
Bill'in hayatındaki herşey normal giderken nasıl da bir gecede allak bullak oluyor!.
Karısının itirafıyla başlıyor herşey: "aslında biz de sadece güven değil, heyecan peşindeyiz"
yani onlar da şehvet arıyorlar!
çapkın kadınlar yokmu, tabiiki var..Bill de onları keşfediyor işte. Karı-koca rollerini sıfırdan yazıyor...

Elindeki banknotları değersiz bir obje gibi saçması sembolize ediyor peki?
dalga geçiyor aslında...
500 lirayı bir geceliğine otele vermek gibi, sonra da garsonlarla dalgasını geçersin mesela..
paraya değer veren diğer normal insanlara mesajı şu:
"benim için bu gece yaşadığım olaylar çok daha önemli.
paraya ihtiyacım yok , şuan çok yüce bir bilginin peşindeyim" diyor aslında..
"ben uzun yıllar boyunca kaçırdığım onca şeyleri yakalıyorum şuan,
benim için çok değerli anlar bunlar.."

Gittiği heryede "açılın ben doktorum" tepkisi de aslında kendini ancak böyle var etmesi, varlığını bu taşların üzerine kurması..
okumuş-etmiş, profesyonel (doktorken aklındaki son şey cinsellikti) hayatı boyunca herşey, "evlilik kutsaldır", "birkere aşıksan daima aşıksındır", "herşey çok mantıklı ve doğru", "tartışmasız" idi onun için bir zamanlar.
herşey bukadar kesin çerçeveler içindeyken, birden karısının malum itiraflarıyla duvarlarını yıkar.
Karısı, bir zamanlar, gittikleri bir tatilin ilk gününde, otelin resepsiyonunda gördüğü denizci üniformalı bir yabancıya görür görmez vurulduğunu, ve eğer o adam o an isteseydi, herşeyini (kocasını ve oğlunu) elinin tersiyle o anda itebileceğini söyler..
Tom için bu sözler onu farklı düşüncelere götürür..kıskançlık, ihanet...
ama en önemlisi keşfetmeye değer bir dünya...kadınların dünyası..
o ana kadar "erkek hormonlarının peşindeki ilkel bir canlı, ama kadın zeka evrimin son halkası " diye düşünürken, "HAYIR"....  nekadar da yanlış tanımışım...

okulu birakan piyanist arkadaşı bunu çok önceden biliyordu zaten..
"never doctor is never doctor"..


özetle..
Alice'in (biraz marihuana eşliğinde) gerçek duygularını açmasıyla başlayan, sonra Marion'un itirafıyla devam eden bu uzun gece boyunca,
Bill in içinde kadınlara yönelik buyuk bir merak duygusu oluşuyor..
ne pahasına olursa olsun,
Onları keşfetmek, bu yeni  arzu ve  şehvet dünyasında yer almak, öğrenmek istiyor..
kıskanclık içinde kıvranarak tabiiki..
kadınların içindeki "şeytanla" tanışıyor, (bkz. antichrist Lars Von Trier)
"kadınların arzulayabilen yaratıklar" oldugunu farkediyor,
o gunden sonra konuştuğu her kadını artık farklı bir gözle görüyor..


iyi seyirler!
Mahmut IRMAK
13 eylül 2016

1 Kasım 2011 Salı

Kına gecesi, nişan, düğün organizasyonu...

Gelin ve damatın anne babası girişte ayakta bekleyerek misafirleri karşılar, sonra görevli onlara yerlerini gösterir.
Misafirlerin yerleşmeleri bittikten sonra,
gelin ve damat müzik eşliğinde salona girer ve ilk danslarını yaparlar.
sonra herkesi selamlamak için masaları dolaşmaya başlarlar.

Dolaşmalar bittikten sonra,
pasta müziğiyle beraber pasta gelir, pasta kesimi olur ve oyun havaları başlar.

müzik:
salona giriş (ilk dans müziği), pasta kesme müziği,
candan erçetin yüksek yüksek tepelere, kınayı getir anne kürtçe ve türkçe,
türkçe ve kürtçe halay havaları..
kasap havası, çiftetelli, ankaralı müzikleri, oyun havaları, misket..
fransızca ve ingilizce slow dans müzikleri...
bir CD hazırlanıp DJ e verilebilir.


kına gecesi:
kına töreni başlarken, tüm  genç kızlar çağrılır. Yüzlerine maske, ellerinde mum tutarlar. Kızlar içeri girer ve ellerini birleştirip bir tünel oluştururlar. Kına önlerinde olarak, gelin ve damat bu tünelden geçerler ve gidip sandalyeye otururlar. Gelin damat otururlar ama kına onların etrafında 3 kez döndürülür. Tüneli oluşturan kızlarda gelir bu şarkı bitene kadar onların etrafında dönerler. 
"Kınayı getir anne" şarkısı başlayınca; damadın annesi gelir ve ellere kına yakar. Gelinin annesi de orada bulunur. Sonra damat gelinin duvağını açar ve gelini alnından öper.

neler gerekiyor:
mumlar, gelin ve damat için kırmızı şal, duvak.maskeler, kına tepsisi ve hazırlanmış kına, candan erçetin "yüksek yüksek tepelere şarkısı", "kınayı getir anne türküsü"
kınayı götürecek bir kız, mesela damadın kızkardeşi.
2 sandalye.

önemli olan burda gelin ve damatın sakin olması hiçbirşeye sinirli tepki vermemesi,
herkesin eğlenmeye çalışması, sadece görevli kişilerin organizasyonda ortalıkta dolaşıp direktifler vermesi. Tüm ablalar, kardeşler işin içine girerse karışıklıklar ve tartışmalar olabilir.

bir tane organizator lazım, birde ona yardım edecek bir erkek kardeş mesela. Misafirleri zaten anne-baba karşılayıp hoşgeldin diyor.
masa numaraları zaten belli olduğundan, salona girişte görevliden öğrenip herkes gidip  yerine oturuyor.

DUGUN:
Düğün için 300 davetli yeterli..
Davetiyeler dağıtılmaya 1- 1,5 ay önceden dağıtılmaya başlıyor.


eğlence:
Müzik olarak düğüne katılacaklardan sevdiğin 20 kişiden filan 2 şer tane şarkı ismi alabilirsin. Düğünde bu şarkıları çalarak onlara bir güzellik yapmış olursun.
Bir halay ekibi veya perküsyon-davul grubu da getirilebilir. Bu konuda farklı fikirler de gündeem getirilebilir tabi.
Fotoğraflardan oluşan bir sunum hazırlayıp gözterilebilir. Tabii sunum powerpointte prova edilmiş ve süreler hazırlanmış olmalı. Veya video formatında hazır edilmiş olmalıdır. Bu gösterim sırasında tepkileri almak ve o anın mutluluğunu yaşayabilmek için salonda olmak lazım; mesela salona girip ilk dansı yapıp oturduktan sonra sunum başlayabilir.


Sunum sırasında çiftler biraz dinlenmiş olurlar ondan sonra ufaktan oyunlar başlayabilir ve ufaktan takı törenine geçilebilir...Herkes salondayken daha, takı törenini yapmakta fayda var..

BU SIRALAMA UZERINE DUSUNMEK GEREKIYOR...

düğün müziği olarak yine bir dans şarkısı, bir pasta müziği, halay-çiftetelli gibi oyun havaları da gerekiyor. Güzel bir DJ zaten bu işleri halledecektir.


Karşılama olarak damat ve gelinin kardeşi gibi 2-3 kişi davetlileri masalarına oturtmak için görevlendirilirse çok kolaylık olacaktır.

Düğünden sonra otelde kalıp, ertesi gün Spa, hamam eşliğinde stres ve toksin atılabilir mesela..

Düğün arabasını güçlü kuvvetli birinin kullanmasında fayda var. Böylece gelin ve damatı taşırken sorunla karşılaşılmayacaktır. 
ZArfların içine 1 er dolarlık konabilir 20 tane mesela..
Düğün sırasında da damat ve gelinin başından aşağı 1 dolarlıklar dökülüyor..


yanına 5-10-20 liralıklardan bolca olmasında fayda var..Ama fotoğrafçı nikah memuru gibi vampirlere de çok fazla değil en fazla 20 tl vermek lazım...En çok o paralara yanıyor insan çünkü..O insanlar 365 gün orda, sadece senin düğününde değil.


Organizasyonu kızmadan kalp kırmadan nazik ve tatlı dilli birilerinin yapmasında fayda var. Çatık kaşlar, sinirli suratlar düğüne gölge düğürebilir. Sonuçta bunun bir eğlence olduğunu unutmamak ve tadını çıkarmaya çalışmak dansetmek oynamak lazımdır:)...Çok fazla kıvırmak kalça oynatmak filan damata pek yakışmayabilir, o yüzden ağırlığını ve efendiliğini çok sarsmamak ta fayda vardır...Sonrada n video ve fotoğraflarda kendini izlerken pişman olunabilir, çok kıvırmışım filan diye..


IMAM NIKAHI:
Düğünün öğleninde, daha gelin hazırlanmaya gitmeden önce bir cami imamını eve getirip aile büyüklerinin eşliğinde imam nikahı yapılır. Nikahta imam dualar eder, kuran okur, evlenip evlenmeyecekleri sorulur..Boşanma bedeli olarak ne istiyorsun diye sorulur..Ev-araba veya ağırlığımca altın?? gelin bir cevap verir. Bu bir formalitedir ama yine de sorulacaktır, o yüzden gelinin önceden bir cevap hazırlamasında fayda var...Ayrıca yüzükler, pastalar, çaylar ve kadınlar için başörtüleri hazırlanması gereklidir.
Sonra yüzükler takılır ve büyüklerin elleri öpülür. Imama 50 tl gibi bir para vermek de fayda vardır. Damat babası herkesin önünde verirse böylece herkes de görmüş ve bilmiş olur.Imam camiiye geri götürülür.