Sayfalar

14 Kasım 2010 Pazar

thy business class

14 kasım 2010 da, uçuşlarla biriktirdiğim 25000 milimi brüksel-istanbul yolculuğu için kullandım..Böylece hayatımda ilkkez business bölümünde uçma şansım oldu:)
Daha önce cem yilmaz ın standup gösterisinde dinlemiştim, aslında pek farklı olmadığından bahseder, "sadece bir yudum portakal suyu veriyolar, okadar" der..Ancak ekonomi ve business bölümler arasındaki hizmet ve komfor farkının bundan çok daha fazla olduğuna malesef şahit oldum:)

Business hizmeti henuz check-in de başlıyor:
uzuun ekonomi sınıfı sıralarına girmiyorsunuz ve CIP bekleme salonlarından faydalanabiliyorsunuz.
Ayrıca bagajlarınıza kırmızı priority etiketi ekleniyor ve bagaj komtuarına ilk sizinkiler ulaşıyor.

Business bölümü bazı uçaklarda küçük, hatta anadolu jet in uçaklarında ayırım bile yok, heryer ekonomik sınıf..Ancak benim uçak bir airbus olduğundan güzel bir business hizmeti verdiklerini söyleyebilirim, şöyleki:
---öncelikle komfordan bahsedeyim; 
* koltuklar çok aralıklı ve çok geniş, arkaya öne yaslanıldığı gibi, sırtı içe ve dışa bükebilip, bacakların altına destek çıkartabiliyorsunuz;
*sırtınızı ısıtabilir veya koltuğu tam yatay hale getirip uyuyabilirsiniz..
*Tüm bunlar için koltuğun yan tarafındaki elektronik tuşları kullanıyorsunuz.

---multimedia
* wireless internet erişimi yok!
* bedava türk ve yabancı gazeteler dağıtılıyor,

* yanınızdaki kablolu kumanda ile önünüzde yeralan genişekran monitör üzerinde oyun, sinema, müzik, tv yayınlarına ulaşabiliyorsunuz,
* internet ikonu da var ama denediğimde erişim hatası verdi!
* sinema arşivi geniş, güncel filmler olduğu gibi klasik filmlerde bulunabiliyor
* kulaklık ekonomi sınıfındakinden farklı, yumuşak ve kaliteli bir ses veriyor
--yemek ve içecek servisi
* yemekten önce sıcak mendil servisi yapıldı
  • yemek ve içecek menusu ekonomininkiyle kıyaslanamaz, kendi seçimlerimi sizinle paylaşmamda bir sakınca yok sanırım!:

* türk meze çeşitleri tabağı (salata, bulgurpilavı, karides,zeytin..)
* zeytinyağlı kabak dolma
* peynir tabağı (3 çeşit peynir vardı, camambert, kars gravyeri, brie)
* ızgara kılıç balığı+kırmızı biberle doldurulmuş patlıcan+patates püre
* ev yapımı fırın sütlaç
* sıcak ekmek çeşitleri(4 çeşit)

içecek olarak da:
* şampanya
* beyaz şarap (Côtes de Gascogne)
dijestif:
* portakal likörü
* baileys eklenmiş kahve

  • yemekler tazelik ve kalite olarak normalin üzerindeydi, özelikle kılıç balığının tadını çok beğendim.beyaz şarap da içimi kolay ama kaliteliydi..
sonuç olarak; olay sadece bir portakal suyu değil, insanlar yerden 40bin ft yukarıdayken bile faklı bir komfor satın alabiliyorlar!...
yazıyı Cem yilmaz ın sözleriyle bitireyim "...düşünce hepimiz ölmüycekmiyiz?":)


detaylar için, THY nin resmi sayfaları:
http://www.turkishairlines.com/tr-TR/services/passenger_services/business_class_international.aspx
http://www.turkishairlines.com/tr-TR/services/passenger_services/business_class_catering_services_international_flights.aspx




2 Ekim 2010 Cumartesi

PES3 Tricks

PRO EVO SOCCER 3: CHEATS, TRICKS AND HINTS
How to get easy goals:
The following combinations are very good for shooting goals: From an opposite goalie shot, press R1 +Circle, R1 + Circle, R1 + Square.From the corner, press X , Circle , Square. From the corner, press X , Triangle ,Circle, Square. From the corner, press Circle + Down, Square.
How to get better players: Enter 1999 as a code when editing a player to increase every players' stats by 5 points.
How to get worse players: Enter 2999 as a code when editing a player to decrease every players' stats by 5 points.
How to do a Zidane Spin: To do a Zidane Spin (360 step over), rotate the Right Analog-stick in a full 360 degree turn. Pressing R3 will do a manual pass instead.
How to do a Jay Jay Okocha-style Standing Chip n' Chase: Press Right Analog-stick Down then Right Analog-stick Up quickly to chip the ball over the oppositions head. Then, chase after it. Pressing the R3 Button will do a manual pass instead.
How to do the Ariel Flickspin: The Ariel Flickspin is a trick that requires a bit of practice to get used to. When an Ariel Ball is coming towards you (roughly knee-height) quickly press the Right Analog-stick towards the ball, then away to flick it over the opponent's head from receiving it.
Master league: When you want to acquire a player, such as Ronaldo, Beckham, Zidane, etc., save the game. Then, go to "Edit" and make the players you want to buy bad. Set all their stats down to about 1 to 10. Then, go back to your game and buy them cheaply. Save your game, go back to "Edit", and increase their stats again.

29 Eylül 2010 Çarşamba

bazı avrupai motivasyon yöntemleri

takımı motive etmek için birkaç taktik...
Bunlara taktik dememin sebebi, hiçbirzaman manager ın kırıcı sözler söylememesi, veya daha çok çalış, az çalışıyorsun, geçgeliyorsun, erken çıkıyorsun tarzı direk ve açık konuşmaması, bunun yerini alan bazı davranış ve sözler sergilemesidir.


MESELA:

  • Ciddiyet:  Ciddiyet liderlik ettiğiniz çalışanlara fırtınalar koparmak veya tehditler savurmak ya da korku salmak değildir. Ciddiyet konu iş olduğunda "sadece doğru" nun peşinden gitmektir. Beraber çalıştığınız insanlar üzerinde çalıştıkları işleri anlatırken, rapor verirken, gelişmeleri sıralarken aklına takılan soruları direk sormak, anlaşılmayan noktaları direk açıklığa kavuşturmasını istemek...Ciddi olduğunda, yanlışlıklara tahammül etmezsin; ayıp olacak diye, anlaşılmaz gördüğün bir noktayı sormamazlık etmezsin...Tüm bunlar gerçek iş disiplinini sağlayan ciddi liderlik davranışlarıdır.
  • Activities ve Action plan exel dosyası. Toplantıdan önce bu liste okunacak ve bilinmeyen aktiviteler hakkında ön-bilgi alınmalıdır.
Dosyadaki bilgiler:
Tarih-Sorumlu kişi-Iş tanımı-Notlar-State(open,closed,ongoing,N/A,blocked)-Deadline
  • günlük toplantılar (pzt,salı  kesinlikle olmalı, böylece motivasyon kesinlikle başlamş olur..cuma günü de son bir summary toplantısı yapılır.)
Her sorumludan sırayla, kendi activitesi hakkında update dinlenecek.

Taahhütler alınır!
    Şunu nezaman bitirirsin?
    Bu iş nekadarını alır?W32.4 gibi haftalık ve günlük taahhütler almak.

    Toplantı saatlerini 16:30 a alıp, bu işi bugün bitirebilirmisin?dersen, akşam çıkış saatini 6 lara çekmiş oluyorsun.
      Eğer bir işe çok yoğunlaşılmadığını ve işin kötü gittiğini görürsen,

      bu iş için yarın öğlene kadar uğraş, daha fazla efor sarfedemeyiz, öğlene kadar bitmezse diğer aktiviteye geçeriz, dersin...
      (böylece mühendis bi adam, azçok kaybetmekten veya başarısz olmaktan hoşlanmadığından, var gücüyle deadline a kadar çalışmak ve başarmak isteyecektir.)
      • Arasıra, çalışanlara, nasıl, konu ilgini çekiyormu?sana ilginç geliyormu ?tarzında konuya motivasyonu araştırılabilir..Bu aslında samimi ve işin biraz dışında bir davranış olduğundan motive edici bir harekettir.ilgisini çekmiyorsa nedenini araştırmak gerekebilir, veya aktivitesi değiştirilebilir.
      • çalışanlara üst makamlara olan zorunluluklardan bahsedilebilir, bu işi bitirmemiz lazm, yoksa cuma günü haftalık "projeler genel toplantısı" var, neyaptınız diye soracaklar, bu konuda açıklama yapmam gerekecek, dersin..
      Yani "ensende bir bıçak hissediyorsan o bıçağı altındakilere de biraz hissettirmelisin." Takımda sürekli ve azalıp artan bir stres tutmak gerekiyor herzaman. Ne fazla large nede çok gergin olmak başarı getirir. Ama bu seviyeyi arada tutmak lazım biraz. Bu konuda gelişim adımları (G!-G2-G3-G4) ve yöneticilik adımlarından faydalanabilirsin.

      • "Put everybody on the same track"
      Toplantılar sırasında güzel haberler verebilmek lazım, bunun için HW allocation, Resources (people, equipment..) installation, remote connection gibi temel konularda progress yapmak şart.

      13 Eylül 2010 Pazartesi

      "siyaset" hakkında

      ''Cahil bir toplum,özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse bile hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz.Sadece seçim yaptıgını zanneder.Cahil toplumla seçim yapmak,okuma yazma bilmeyen adama,hangi kitabı okuyacagını sormak kadar ahmaklıktır.Böyle bir seçimle iktidara gelenler,düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenligini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir'' Friedrich Nietzsche

      Nietzsche siyaset kavramını çok güzel özetlemiş. Seçimlerde kazanan ve kaybedenler hep birtakım sermaye gruplarıdır. Sıradan halk ise, ideolojik fikirlerle manipule edilip, bilerek yarasına dokunularak birbirine düşürülür ve bu gazla tıpış tıpış sandığa yollanır. Tepedekilerin, bütün gün başörtüsü sorunu, laiklik, şeriat gibi konularla uğraştıklarını mı sanıyoruz yoksa?

      8 Eylül 2010 Çarşamba

      kendi ülkende yabancılık statüsü:)


      Türkiye de herhangi bir televizyon programı, dizi, haberler veya reklam izlerken, bir gazete yazısı okurken veya dışarıda insan içinde dolaşırken bazı anlar olur ki, "ulen ne alakası var! " derim, "ne saçma şey", "bu tam bi salaklık!" der sinirlenirim bazen. Butür olaylara örnek vermeye gerek bile yok. Sadece kurban bayramında sokakta hayvanlara yapılanları gözlemleseniz yeterli olacaktır. Burada konu kesinlikle din, ırk değil tamamen kurban kesme becerisi ve yetkisi olmayan insanların işlediği zekasal ve mantıksal suçlardan bahsediyorum.
      Hele üniversite bitirmişseniz, hele birkaç kitap okumuş ve ortalama bir genel kültür edinmişseniz bu anlarla karşılaşmamanız mümkün değildir.
      Bu anlar hep, kendi ülkeme kendimi yabancı hissetmeme yol açardı! Sorunun bende olduğunu düşünürdüm bazen, taki Fransada birkaç yıl yaşayana kadar...
      Tv de konuşan herhangi birisi, gazetelerden takip ettiğim bir yazı, dışarıda karşılaştığım bir olay, etrafımdaki insanlar... okadar "benden" ve "benim bakış açımdan"dılar ki "bu işi ben de yapsam kesin böyle yapardım" derdim içimden.
      Fransa burada sadece bir örnek. Eminim beni daha fazla yansıtan, genel mantık ve zeka seviyesinde veya üzerinde bir ortalamaya sahip daha nice ülke ve milletler vardır.
      Mesela geçenlerde Isveçte yaşayan bir arkadaşım yeni açılan bir alışveriş merkezinden bahsetti. Söylediğine göre sorumlu herhangi bir personel yokmuş, insanlar istediklerini alıp otomatik kasalardan geçirip kredi kartlarıyla ödüyorlarmış.
      Fransa veya Isveçde yanlış şeyler yokmu? diyeceksiniz, tabiiki var ama tolere edilebilecek seviyelerde. Türkiye deki gibi, spor yorumcularının yüzde doksanı sporla ilgisi olmayan saçma sapan, kişisel yorumlar yapmıyor; veya politikayı takip ederken yüzde doksan sinirlenip "bukadarı da ayıptır be!" demezsiniz. Veya tv dizilerinin yüzde doksanı kötü çekimler, geride kalmış, tipolojiye dayanan senaryolar ve kendini tekrar eden tembellik kokan hikayelerden oluşmuyor. Hepsi var ama tolere edilebilecek seviyede, "okadar kusur kadı kızında da olur" diyebileceğiniz bir seviyede...

      4 Eylül 2010 Cumartesi

      "küçük şeyler" hakkında

      "maniac" kelimesi fransızca da aşırı titiz anlamına gelir..Aşırı titiz insanlar, ufacık toz tanelerinden bile tahatsız olur, strese girer, neşesi kaçar, herkes eğleniorsa bile o eğlenemez, ortamın melodisinden kilometrelerce uzaktadır o, toz tanesinde takılı kalmıştır...
      Gerçekten de bazen küçük ve önemsiz şeylere takılır kalırız. Mutfaktaki birkaç kirli bulaşık, 5-10 liralık bir alacak verecek, kumandayı kimin kullanacağı, yanlışlıkla bize söylenen veya birine söylediğimiz kırıcı bir söz... Butür şeyler aslında mutlak olarak çok değersizdir, ama biz onlara aşırı değerler yükler ve durumu memleket meselesi haline getiririz...Olayı abartıp bize yanlış davranıldığını düşündüğümüz ve kişisel çıkarımlarda bulunduğumuz için ortamdaki herkesden çok kızar, surat yapar ve ortamın neşeli melodisinden gittikçe kopar ve uzaklaşırız.

      Küçük şeyleri kafaya takmamak, onları görmezden gelmek değildir. Belki sözle espriyle ve yüzeysel olarak ifade edebilirsin ama saplanıp kalmamak gerekiyor.

      Aslında, önemli ve hayati olan tekşey mutluluk; mutluluğun en güncel ve yaygın şekliyse "neşe"dir. Neşemizi kaçırmaya hiçbirşey gerçekten değmez. insanlara surat yapıp gözdağı vereceğimize, rahat ve neşeli olmak daha fazla saygı duyulan bir ambiyans yaratır.
      Insanları sözler, emirler ve muhtıralarla trigger edemeyiz. Içlerinden gelerek, sizin aslında nelerden hoşlandığınızı bilmeleri ve ona göre davranmaları, ortak değerlerinizi yaratıp yaratmadığınıza bağlıdır. Birbirinize verdiğiniz değer, oluşturduğunuz sevgi-saygı ambiyansı, birbirinizin isteklerine önem vermenizi ve empati kurabilmenizi sağlayabilecek sinerjiyi yaratacaktır.

      Hayatı dolu dolu yaşamak için ne istediğini duyabilmeli ve isteklerini takip etmelisin, sosyalleşmeli ve insanlarla konuşmalı ve ortak değerler yaratmalısın...

      Henüz önündeki havayı soluyabiliyorsan neşelen! henüz ayakların tutuyor ve yürüyebiliyorken dışarı çık! Henüz kulakların duyuyorken müzik dinle ve danset! Henüz görebiliyorken sevgilinin gözlerine bak! Henüz konuşabiliyorken ona, onu sevdiğini söyle!

      kitap özeti: Ufak şeyleri dert etmeyin
      http://www.turkcebilgi.net/kitap-ozetleri/u/ufak-seyleri-dert-etmeyin-24589.html

      15 Ağustos 2010 Pazar

      Likya (Lycia) Turu - Antalya - Muğla

      Likya antik uygarlığı nerededir? Hangi çağlarda varlık göstermiştir?

      Likya veya Lykia (Likyaca: Trm̃misa) Türkiye'nin Antalya İli'nin büyük bir bölümünü kaplayan antik bir bölge'dir. Bu bölgedeki antik kentlerin oluşturduğu Likya federasyonu daha sonraları Roma İmparatorluğu'nun bir eyaleti olmuştur.

      Tarihte bilinen ilk demokratik birliği kurmuş olmakla bilinen Likyalıların yayıldıkları bölgenin isimleri günümüzde Antalya ve Fethiye arasında kalan, Teke Yarımadası denen bölgedir. En önemli şehirleri şunlardır: Xhantos(başkent), Tlos, Patara, Olympos, Myra, Letoon..

      Jeopolitik önemi, eşsiz doğası ve farklı şehirlerden bir araya gelmiş olmalarına rağmen ortak bir kültür yaratmış ve var oldukları sürece bunu paylaşıp yaşatmış olmalarıdır. Bunu, arkalarında bırakmış oldukları sayısız tiyatro, bilinen ilk deniz feneri ve ilk parlemento binası, lahitler, kayaiçi mezarları gibi bugüne kadar ayakta kalabilen eserlerinin izlerinde rahatlıkla görebiliyorsunuz.

      =====================================================
      GUZERGAH(215 km)
      Konyaaltı-Beldibi-Kemer-Olympos-Adrasan-Finike-Demre-Kaş-Kalkan


      ===================pazar==================================================
      Antalya'ya gidiş
      GUZERGAH(721 km): istanbul-izmit-adapazarı-pamukova-bilecik-kütahya-afyon-burdur-Antalya

      Öneriler:
      -yol yaklaşık 8-9 saat sürecektir.
      -Uykunuzu almış olmanız gerekiyor, çok erken kalkmanız şart değil. 8 gibi uyanıp 9 da yola çıkmanız akşam 6-7 gibi Anyalyaya ulaşmanıza yetecektir.
      -yol boyunca 3 saatte bir mola vermek hayatta kalma şansını artıracaktır:)
      adapazarı, bilecik, afyon ve burdur da tesisler mevcuttur. Ikbal , Özdilek veya Varan tesislerinde mola verebilirsiniz. Yol boyunca da yeşil elma, portakal suyu tüketmeniz C vitamininden dolayı; mentollü sakız , naneli şeker ve su gibi şeyler ise refresh etkisinden dolayı dikkatinizi toparlamanıza yardım edecektir. Burn, redbull, kahve, çay gibi içecekler içlerindeki kafeinden ötürü sadece kısa süreli bir canlanma sağlayacaktır.
      -Antalya ya hemen girişteki Kepezler de sağa çekip tüm Antalya yı yukardan izleyebilirsiniz.
      -Dikkat! Kepezlerdeki rampadan aşağıya inerken radar sizi beklemektedir:) şehiriçi max hız 70 km dir.

      ==============================================================

      pazar Antalya, Konyaaltı, santa marina otel (1 gece) 65 TL/gün/kişi
      Antalya' da Konyaaltı' nda başka otellere de bakılabilir. Otelin içi güzel ama akşam yemeğini tavsiye etmiyorum. Akşam yemek için Antalya içine de gidilebilir.
      Kaleiçi: Yürüyerek dolaşılmaya çok müsait, Antalya nın merkez sokakları...
      Liman: restore edilmiş, Antalyanın kıyı mahallesi..
      ===================pazartesi==================================================
      Beldibi
      Yemek: 2 numaralı büfe (Beldibi ve Antalya da kafeler ve büfeler numaralandırılmıştır.)
      Ulupınar: Çağlayan Restoran: Alabalık ve/veya kavunlu dondurma
      pzt aksam Kemer, çigdemhan pansiyon (1 gece) 45 TL/gün/kişi
      Phaselis

      ===================salı==================================================

      Olympos, Türkmen tree houses (1 gece) bungalow oda 45 TL/gün/kişi
      Öneriler: Müze kartı çıkarırsanız ( 20 tl) , tüm Türkiye'deki müzelere ücretsiz girebilirsiniz. -Sadece Likya turunda bile kara geçmenizi sağlayacaktır. Kesinlikle bu kartı çıkartın, kimlik yeterlidir.
      -şanslıysanız kaktüs bar'da eylenceli canlı müzik yapan bi gruba rastlayabilirsiniz
      Yanartaş
      : yeraltından çıkan dığalgazla yüzyıllardır sönmeyen alevleri görebilirsiniz.
      Çıralı: Olymposla aynı plajı paylaşmaktadr ama arabayla geçiş mümkün değildir.
      Adrasan: yazkış esen serin rüzgarı ve güzel denizi görülmeye değer.


      ===çarşamba&perşembe===============================

      Finike
      Demre, Myra
      St.Nicholas, nam-ı diğer Noel Baba Patara da doğmuş ama hizmetinin büyük bir kısmını Myra ve Demre de icra etmiştir.
      St.Nicholas Kilisesi de Demre merkezindedir, canınız isterse bir göz atın.
      Kaş, Defne pansiyon (2 gece) 45 TL /gün/kişi
      Akşam yemeği:
      Dolphin Restoran; Levrek
      Mercan Restoran: şişte Akya
      Bilokma, lokmacı
      Meis Adası- Yunan adasına giriş günde bir kez ve pasaport kontrolüyle yapılır. Meis Yunanistan' a resmi giriş noktalarından biri değildir. Dolayısıyla ya geri dönmeniz yada Rodos a devam etmeniz gerekmektedir.
      Simena-Kekova- Akvaryum plajı (tekne gezisi, Dennis Tour)

      =================cuma====================================
      Kalkan, Gul Pension (1 gece) 30 TL/gün/kişi
      Akşam Yemeği: Deniz Restoran; ahtapot ızgara
      Kaputaş plajı
      Mavi mağara
      Patara plajı
      Letoon
      Xhantos

      =================
      cumartesi==============================================================
      istanbul'a dönüs
      GUZERGAH(810 km): çavdır-tefenni-burdur-afyon-kütahya-bilecik-pamukova-adapazarı-izmit-istanbul
      ==============================================================

      likya, lykia, güzergahlar, öneriler, Antalya, istanbul, tatil, pansiyonlar, kalacak yer, yiyecek, restoran, restaurant,

      19 Temmuz 2010 Pazartesi

      "Tartışmalar" hakkında

      Tartışmalardan korkmayın! Herkes kendi doğrusunu açıklayacak ve böylece hem "ortak" doğrunuzu suyüzüne çıkaracak, hem de aslında aranızdaki düğümlerden birini daha çözmüş olacaksınız. Tartışmalar insanların birbirini daha iyi tanımalarını da sağlar. Ayrıca iş hayatında, beyin fırtınası yaratılmak ve fikir geliştirmek için ya da projelerde bilgi geliştirme toplantıları olarak da kullanılır.

      Itiraz etmek; tartışmaların olmazsa olmazlarındandır. Herhangi bir fikre karşı çıkmadan önce, size yanlış veya eksik gelen fikri yüzdeyüz anladığınızdan emin olun. Bunun için de öncelikle önyargısızca ve dikkatini vererek dinlemek gerekiyor!! Dinlerken biryandan sorularla ima edilen şeyi tam olarak öğrenmek gerekir. Eğer fikri yüzdeyüz anladığınızı ve size göre yanlış olduğunu saptadıysanız nazikçe, samimiyetle ve muhabbetin melodisini bozmadan tartışmaya girebilirsiniz. Tabii ki nasıl karşı çıktığınız, işin aciliyetine, aranızdaki ilişkinin yakınlığına, ortama ve konunun önemine de bağlıdır. Ancak genel olarak uzlaşımcı ve işbirlikçi bir tartışma için, kırıcı olmayan ve "dost acı söyler" tarzında, iyiliğini ister bir tazda karşı çıkmak daha uygun olacaktır.
      "Anladım söylemek istediğini ama şöyle birşey de var..."
      "Çok iyi anladım ama şu da doğru ki..."
      "katılıyorum ama bence şöyle durumlar da var..."...

      Eğer siz ve etrafınızdakiler fikirlerinizi gerçekten savunursanız; yaratıcı, derin ve samimi söyleşiler ortaya çıkabilir. Yüzdeyüz hemfikir olmanız veya fikirlerinizin yüzdeyüz kabul edilmesini beklemeniz şart değildir. Herkes muhabbetten almak istediğini alacak, öğrenmek istediğini öğrenecektir. Bir futbol maçı gibi, illa bir tarafın galip gelmesi bir tarafın mağlup olması gerekmez. Tabii ki burada edebiyat yeteneği, hitabet sanatı da devreye giriyor. Çünkü güzel konuşmak, insanların gönüllerini kazanarak anlatmak, ortama neşe katmak..vb, giderek tartışmayı tatlı bir muhabbete dönüştürecektir.

      Bilgi alışverişini unutup, sadece ikna etme konusunda ısrar etmeniz ise aslında bencil, ego merkezli ve dikta bir davranıştır. Ayrıca ikna etmeye odaklanırken sinirlenir, endişeleriniz artar, kızarabilirsiniz, gerçeklerden de uzaklaşır ve gitgide daha yanlış fikirler üreterek tartışmanın da kızışmasına sebep olursunuz.
      Arkadaşlarımızla, ailemizle veya başkalarıyla hemfikir olmadığımız konular tabii ki olabilir. Herkes aynı hayat tecrübesini alarak büyümemiştir çünkü. Farklı ve karşıt fikirlere açık olabilmek, başka insanların farklı tecrübelerinden faydalanabilmek ve böylece zenginleşmek, aslında demokrasi anlayışıyla orantılı olarak geliştirilebilen bir kalitedir.

      "Özgüven" hakkında

      Kendinize karşı olumlu olun

      Güçlü ve zayıf yönlerinizi tanıyın. Siz sadece zayıf yönlerden oluşmuyorsunuz. Güçlü yönlerinizi ve başarılarınızı ön plana çıkarın.

      Bir konuda başarılı olduğunuzda bunu es geçmeyin. Kendinizi ödüllendirmeyi öğrenin.

      Başkalarının tepkilerine karşı olumlu olun

      Dikkatin her zaman üzerinizde olduğunu düşünmeyin. Gerektiğinde proaktif ve katılımcı olun tabii ki!! ama bazen de çevrenizdeki olayları akışına bırakıp, kendinizi apayrı bir konuya da odaklayabilirsiniz.

      İnsanların aklından sizinle ilgili neler geçtiğini de düşünmeyin. Çünkü insanların gerçekte ne düşündüğünü bilme şansınız yoktur. Olayları analiz ederken içe-kendinize dönük değil, dışa dönük olmalısınız.

      İnsanların düşünce ve davranışlarını her zaman olumsuz yönde değerlendirmeyin. İnsanlar yorum yapsa bile başkalarının görüşleri yüzünden kendinizi suçlamayın. Onların bu tepkilerini şekillendiren farklı sebepler olabilir.

      Duygusal yaralanmalar sizi endişelendirmesin. Darbe alsanız bile, hayatın devamı daha güzel olabilir. Geçmişten ders almak, pişmanlık ve suçluluk duymaktan daha fazla fayda sağlayacaktır. Kendinizi affetmeyi ve yanlışlarınızdan kaliteli dersler çıkarmayı öğrenin. Tecrübe denen güç, başarısızlıkların size öğrettikleridir.

      Övgü ve iltifatları objektif yorumlarla kabul edin. Övgü ve iltifat etmekten de çekinmeyin. Etrafınıza yaydığınız bu pozitif enerji ortamdaki siz dahil herkesi yüceltecektir.

      Yaşamımızı kontrol altında tutma

      Kendinize kısa ve uzun vadeli hedefler koyun. Hedefe ulaşmak için her attığınız adımda kendinizi ödüllendirin.

      Siz olayları sadece yaşayan pasif bir nesne, sonbaharda rüzgarla savrulan bir yaprak ya da bir robot değilsiniz. Yaşamın sizi ıskalamasına izin vermeyin. Çaba ile her şeyi değiştirebilirsiniz.

      12 Temmuz 2010 Pazartesi

      İş Görüşmeleriniz için birkaç ipucu..

      -Aşırı değil, sadece yeterince şık olun. Şirketin giyim formatına uygun ve ciddiye alınacak şekilde mesela bir kıravat yeterli olacaktır.
      -Görüşmeye enaz 5 dk erken gidin. Böylece son saniyedeki değişiklikler yüzünden panik yaşamayacak ve suçluluk hissi duymamış olacaksınız.
      -Rahatlayın, üzerinizdeki yargıların %80-90 ı ilk saniyelerde oluşturulmaktadır.
      güzelce merhabalaşın, rahatça oturun, göz temasından kaçınmayın, gözlerinizi ürkekçe kaçırmamaya dikkat edin..konuşmaya başladığınızdaki ses tonunuz ve tokalaşırkenki gücünüz, özgüven ve hayata bağlılık işaretleridir.
      -Görüşmeyi bir sınav değil, kendinizi ifade etmeniz ve tanıtmanız için bir fırsat olarak algılayın. Kendinizi ifade edin. Unutmayınki günümüzde kendini fazlasıyla ifade eden kişiler daha fazla anlaşılmakta ve bu insanlarla daha rahat iletişim kurulabilmektedir. Güncel hayatımızda ortak değerler azaldığı için sessizlik ve imalar artık çoğu insan için farklı anlamlar içermektedir.
      -Yanlış anlaşılmışsanız veya hiç anlaşılmamışsanız buna nezaket icabı göz yummayın. Düzeltmekten çekinmeyin, doğru bildiğiniz neyse onu belirtin, böylece tutarlı biri olduğunuz anlaşılacaktır.
      -Görüşmeye çağrıldığınıza göre profilinizde beğenilen noktalar olmuştur, bu noktaları saptayıp öne çıkarmaya çalışın.
      -Dürüst olun ama kendinizi kaptırmayın "only the truth, but not all the truth" ..
      -İlk sözü görüşmecinize bırakın böylece söyleyecek şeylerinizi kontrol edip toparlanma vaktiniz olur. Konuşurken cümle bitene kadar gözlerinizi kaçırmayın ve dinleyicilerinize bakın. Fikirlerinizi duraklamalar yaparak ve tane tane geliştirin. Duraklamalar görüşmecinin gerektiğinde konuyu değiştirmesini veya araya sorular sıkıştırmasına yardımcı olacaktır.
      -CV, kağıt kalem ve gerekli gördüğünüz notlarınızı yanınıza alabilirsiniz. Birşeyi unuttuğunuzda açıp bakmanızda bir sakınca yoktur.
      -Kendinizi tanıtırken (tabii daha önce prova yapmıştınız!!) detaylara kapılmadan, uzun ve önemli şeylere yeterli vakit ayırarak anlatın.
      -Önce pozitif sonra negatif yönlerinizden bahsedin. Anlattığınız negatif yönlerinizin geliştirilebilir şeyler olmasına dikkat edin ve bunu özellikle belirtin.
      -CV nizi mükemmel şekilde bilin, ancak tarihler konusunda tereddütte kalırsanız göz atmanızda bir sakınca yoktur.
      -Bu iş için neden motive olduğunuzu anlatın, heyecanınızı paylaşın. Yapmak istedikleriniz üzerinde daha önce düşünmüş olmanız bu noktalarda size faydalı olacaktır.
      -Eski işinizi veya müdürlerinizi kötülemeyin, şansız ve uğursuz biri olduğunuz izlenimini oluşturacak olaylardan bahsetmeyin.
      -Politik, sosyal görüşler ve genellemeler sunarken dikkatli olun, görüşmecinizi tanımıyorsunuz. Sizin hakkınızda önyargılar veya yanlış fikirler üretmesine yol açabilirsiniz.
      -Istatistiksel olarak, görüşmeye son giren kişilerin başarı şansı daha yüksektir.
      -Farklı iş teklifleri aldığınızı veya sektörde aranan bir profiliniz olduğunu belirtmekten çekinmeyin, böylece görüşmeciniz karşısında onaylanmış olacaksınız.
      -Hassas olduğunuz bir konu açıldıysa, fikrinizi belirtip konuyu değiştirmeye çalışın. Yoksa söylediğiniz hersöz ve geçen her dakika sizin aleyhinize ilerlemeye başlar.
      -Maaş konusunu siz açmayın, konu açılacaktır. Istediğiniz maaşı sektördeki maaş ortalamasını baz alarak, kişisel katkınızı ve profilinizi de yorumlayarak belirtin. Şu veya bu şahıslarla kıyaslamalardan kaçının.

      6 Temmuz 2010 Salı

      Ölüm Kaşifleri (Les Thanatonautes) - kitap analizi

      Fransız Yazar Bernard Werber, best seller olarak müthiş bir başarı kazanan "Karıncalar" romanından sonra, 94 yılında yazdığı "ölüm kaşifleri" kitabında, felsefi-bilimsel roman türündeki tarzını daha da geliştirmeyi başarmış. Werber aslında bir ansiklopedi kadar bilgi taşıyan kitaplarını, aşk, polisiye, korku, macera içeren hikayelerle okunur ve anlaşılır hale getirmede çok başarılı. Bu kitabının öncesinde geniş bir araştırma yaptığı satır aralarında açıkça okunuyor.

      Thanatos antik yunancada ölüm tanrısı olarak anılır. Bu isimden türeyen "thanatologie" ölümle ilgili yapılmış bilimsel ve filozofik çalışmaların biraraya toplandığı bilim dalıdır. -naute eki "astro-not" veya "kozmo-not"kelimelerinden hatırlayacağınız gibi "gezgin" anlamına geliyor. "Thanatonaute" kelimesi de bu iki parçadan oluşturulmuş ve ölüm gezgini veya ölüm kaşifi olarak da tercüme edebileceğimiz, kitaba da adını veren bir isimdir.

      Werber zor bir konu seçmiş; neredeyse dünyadaki tüm kutsal kitaplardan yaptığı alıntılarla, bilimsel verilerle, tarihin tozlu raflarından alıp getirdiği mitolojik ve efsanevi bilgi kaynaklarıyla "Ölüm" ün gizemini çözmeye çalışıyor.
      Kahramanlarımız Michael Pinson ve Raoul Razorbak, kurdukları ekiple beraber NDE(near death experience) yani bilinçli olarak koma durumuna geçerek ruhlarıyla düşünce hızında evrende binlerce ışık yılı ötelere yolculuk ederler. Bu yolculuk sırasında birbirinden farklı 7 bölümden geçerler ve ensonunda 3 büyük meleğin ve pür-ruhların bulunduğu muhakeme katmanına varırlar. Kahramanlarımız, Ultimate Contient( ölüm ötesi) kıtasını keşfetmeye ve birdaha dönmemecesine hayatlarını riske atarak bu tecrübelerini kaydetmeye çalışıyorlar.
      Kitapta esasen reankarnasyon kuramı öne çıkıyor. Hepberaber görüyoruzki aslında dini ve mitolojik yazılı kaynakların tamamına yakınında bu kuram faklı kelimelerle ve sembollerle anlatılmaya çalışılmıştır.
      İşte kitaptan bazı dikkat çeken fikirler ve alıntılar:

      "Insanlar ikiye ayrılır, kitap okuyanlar ve onları dinleyenler"

      "Insan, ölüm korkusunu yenmedikçe hiçbir zaman tam olarak rahatlamış sayılamaz"
      Woody Allen

      "Bir çin atasözü: soru soran kişi 5 dakika boyunca aptal görünebilir, soru sormayansa tüm hayatı boyunca"

      "Bilge kişi herzaman gerçeği arar, aptal ise çoktan bulmuştur"

      "insan için limit yoktur, en büyük artısı da budur"

      "korku, zihinsel çelişki ve ölümü reddetmek karşılaşabileceğimiz en zor durumlardır"

      "meditasyon tekniği: bir anlığına vücuduna karşı yabancılaşmak gerekiyor, ona uzaktan bakmak ve davranışlarını gözlemlemek. Pratikte bunu yapabilmek için, nefes alış verişimize konsantre olmalıyız, dahası; nefesin kan içindeki hareketine ve kanın vücut içindeki dolaşımına..."

      "Acı ve kederden uzaklaşmak, neşe içinde olabilmek büyük bir görevdir. Tüm ağır hastalıklar, neşenin kaybolmasından kaynaklanır. Neşe ve vücuttaki ritimsel melodi (10 yaşamsal ritim: Defiquim ve Nigoun) kaybolduğunda insan vücudunu hastalık kaplar. Neşe ilaçların en büyüğüdür. Çözüm kolay, kendimizde en küçük bir pozitif nokta bulmak ve ona bağlanmak, mesela burundaki bir tüy tanesi!!"

      "Evrimleşmek, daha bilgin, daha zeki veya daha mutlu olmak değildir. Evrimleşmek daha "bilinçli" olabilmektir."

      "Hayatımızdaki tüm hareketlerimiz kutsaldır: yemek, içmek, nefes almak, sevişmek..tüm bunlar tanrıyı ve bize bağışladığı hayatı onurlandırır"

      "
      7 bölüm sırasıyla şu özelliklerle tanımlanır:

      Serinlik ve tazelik (mavi): su, tazelik, boşluk ve sevinç hisleri.. ışığa doğru çekildiğiniz bölüm

      Korku(siyah): soğuk, korku..hayatınızdaki en gizemli ve en büyük korkularla karşılaşacağınız bölüm. Unutmaya çalıştığınız anılar birer hatıra baloncuğu olarak tek tek ortaya çıkacak ve size çarpacaklar.
      öneri: geçmişini anlamak ve tüm kararlarının arkasında durabilmek

      Şehvet(kırmızı): sıcaklık,nem..Engizli , en erotik, en zevkli ve en şehvetli rüyalarınız ve fantezilerinizle karşılaşacağınız bölüm.
      öneri: arzularını olduğu gibi kabul etmek ama aşırıya gidip kapılmamak

      Sabır(turuncu): zamanla savaş, kuvvetli rüzgarlar..Diğer ruhlarla beraber uzun bir kuyrukta bekleyeceksiniz, bir saniye bir yıl gibi gelecek, yetişme telaşı, halletme kaygısı durumunuzu sadece daha kötü hale getirecek.
      öneri: hareketsizliği kabul etmek, ölümsüzmüş gibi davranabilmek

      Bilgelik(sarı): tutku, kuvvet ve güçlülük hisleri.. merakınıza tam bir ziyefet çekebileceğiniz öğrenmek istediğiniz veya anlayamadığınız tüm bilgilere çok çabuk ulaşabileceğiniz bir bölüm burası. Mutlak gerçekleri, herşeyin varolma sebebini, hayatın anlamını kavrayacaksınız
      öneri: bilgi oburu olmadan, meraklarının peşinden koş. Kendini kaptırmadan, ruhunu bilgilerle doldurmaya çalış.

      Güzellik(yeşil): size güzel gelen en nadide renklerle buluşacaksınız, doğa resimleri insan hatları muhteşem çiçekler parlaklık ışık herşey sizi hayran bırakacak
      mükemmellik karşısında kendini yargılamaya başlayacaksın. Kendini çirkin, gereksiz ve kaba görmeye başlayacaksın.
      öneri: çirkin taraflarını kabul etmede dürüst ol.

      Aydınlık(beyaz): şeytan ve meleklerle dolu, ortasında ölülerin bir nehir gibi aktığı, arkasına son mahkemenin kurulacağı aydınlık dağın bulunduğu bölüm..3 büyük melekle tanışacaksınız ve ruhunuzun ağırlığı sizin bu dünyada yaptıklarınızla ilgili herşeyi eleverecek. Bu sayede tekrar başka bir vücutta bambaşka şartlarda hayat bulacaksınız veya bundan sonra daima pür-ruh olarak ruhunuz rahat edecek.
      öneri: kabahatlerin için ödemeye hazır ol. Daha önceki hayatlarında yaptığın yanlışları ve sebep olduğun zararları onarabileceğin yeni bir hayata reinkarne olmaya hazır ol!
      "

      "7 katmandaki bölümler aslında kişiliğimizi oluşturan içsel parçalardan başkası değil"

      "Tüm davranışlarımızdan ruhumuz ve bedenimiz eşit olarak sorumludurlar"

      4 Mayıs 2010 Salı

      Tarih 2005 Aralık, askerlik görevi için önce Çanakkale 116. jandarma Eğitim Alayı sonrasında Mersin Bozyazı Jandarma Karakolu na gitmeden önce hazırladığım veda afişi!! :)

      13 Nisan 2010 Salı

      the office life

      çalışan insanların iş arkadaşlarından sosyal beklentileri varmı?
      Unutmamak gerekirki iş yerinde geçirdiğimiz zaman günlük hayatımızın büyük bir parçası. Kişiler, çalışırken de günlük yaşamlarındaki sıradan alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlıdırlar. İşine konsantre olmak ve insani ilişkilerini sürdürmek birbiriyle içiçe geçmiş durumdadır.
      Gülmek, güldürmek, merak ettikleri bir konuda derinliği olan, öğretici, samimi bir muhabbet, anlamak-anlaşılmak ( konuşmak, anlamak ve anlaşılmak için en iyi yöntemdir!) bir sorunları hakkında çözüm yollarının aralanması, giyimleri hakkında yapıcı öneriler, iltifatlar, değişimlerinin farkedilmesi, zekalarının ve başarılarının farkedilmesi ve takdir edilmeleri, saygı duyulmaları, ortak noktalarımızı gösteren gerçekler, ilişkilerde birleştirici, kaynaştırıcı ve rahatlatıcı bir rol oynayabiliyor.
      "teletaş de çalışan mühendisler türkiye de ilk bine giren insanlar, ama belçikadakilerin nerden mezun oldukları belli değil" cümlesi butürden gerçeklere güzel bir örnektir.
      Istanbul'a iş dolayısıyla gelmiş büyük bir kitle var. Sevdiklerinden uzakta çalışanlar aile ve dost sıcaklığını da -bilinçli veya bilinçsiz olarak- iş arkadaşlarından bekliyorlar.
      Ailesini kurmuş, hayatını düzene sokmuş çalışanlar, daha çok, rahat ve kasmayan, samimi çalışma şartları oluşturmaya çalışıyorlar.
      Işe gelirken günlük hayatlarında herhangi bir sorunu olan insanlar belki iş arkadaşlarından yardım alabilirler. Tam tersi yönde, potansiyelleri uygun olarak değerlendirilip iş arkadaşlarına yardım edebilmek de kişileri sevindirebilir...
      neden olmasın??

      7 Mart 2010 Pazar

      Merhaba, ben Mahmut Irmak...

      Lise öğrencilik hayatıma 3 okul sığdırdım, Gaziantep Fen Lisesinde başlayan lise yıllarıma Istanbul Atatük Fen Lisesiyle devam edip sonra OrtaÖğretimBaşarıPuanımı yükseltmek için Nevzat Ayaz Lisesine geçiş yaptım ve kredili sistemin son meyvası olarak liseden mezun oldum. Fen lisesinde vasat bir öğrenciyken, düz lisede eniyi ÖSS sonucunu aldığım için bizzat dönemin milli eğitim bakanı Nevzat Ayaz'dan ödül almam, bana hep "Güliver'in Gezileri" hikayesini hatırlatır.
      2002 ITU Elektronik ve Haberleşme mezunuyum. Universite yıllarımda, internet yayını yapan ITU Radyosunda "teknohaber" adlı müzik-teknoloji programda asistan sunuculuk yaptım. Universite son sınıfta, herkes "yok BB aldım bu dersi alttan tekrar alıp yükselteyim" diye uğraşırken ben Fransa'da burslu master ayarladım. Yine aynı yıl, Fransız konsolosluğuna gittim ve ITU deki 3 kredilik fransızca dersleri takip ettim.
      2001 de Cumhurbaşkanımız Necdet Sezer, başbakan Bülent Ecevit'e anayasayı fırlattığı için, hatırlarsınız, büyük bir ekonomik kriz oluştu ve beraber mezun olduğumuz arkadaşların çoğu 1-2 yıl işsiz dolaşmışlardı.
      Fransa'daki master birkaç bölümden oluşuyordu. Ilk kısım olan 3 aylık intensif dil dersleri, doğu Fransada Besançon da verildi. Daha sonra 5 aylık bir sömestır için batıya, Brest 'e geçtik.
      Brest, Amerika kıtası bulunmadan önce Avrupanın ve dünyanın en batısı olarak kabul edilirmiş, o yüzden departmanın adı Finistere(dünyanın sonu) olarak geçer. Bu şehir Atlantik okyanusu tarafından domine edilmiş; yağmuruyla, fırtınalarıyla ve deniz fenerleriyle ünlü bir şehir. Okyanus kenarına inip çizgi roman okuduğum veya karakalem manzara resmi yaptığım zamanları hatırlamak, şuan bile, bana huzur veriyor.
      Enson olarak da master müfredatı ve 6 aylık staj bölümlerini de orta fransada Limoges kentinde tamamladım. Limoges yıllarımda her salı RTFLimoges radyosunda "Le son du bosphore"(Boğaziçinden sesler) adlı, türk müziği yapan bir programda fransızca-türkçe sunuculuk yaptım. Yine Limoges da, Nazar diye bir türk mizik grubunda perküsyon yapıyordum. Grubumuz, fransadaki türk gecelerine, yerel organizasyonlara, düğünlere ve konserlere katıldı.
      Toplam olarak 2 yıl süren bu dönem bana inanılmaz şeyler öğretti, Fransada, kendi ülkemde gezemediğim kadar şehir gezdim. Avrupalıların yaşam tarzlarını gördüm. Bir şehire sadece sırtınızda bir çantayla geldikten sonra sıfırdan nasıl dostluklar, hatıralarla dolu bir hayat kurulabileceğini öğrendim.
      Master bittikten sonra, banka hesabımda eksi bir bakiyeyle Paris'e gittim. PAris hep hayallerimdeki şehirdi ve orada yaklaşık 1,5 yıl kaldım. Bu süre boyunca Telecom sektöründe iş aradım ancak yaptığım 3 görüşmede de çalışma iznim olmadığı için sorun çıkardılar. İşin paradoksal tarafı, çalışma izni almak için de önce bir iş bulmam gerekiyordu. Geçimimi sağlamak için garsonluk yaptım, internet kafede çalıştım, hatta tavan plakaları bile çaktım. (Bu işe sadece 1 hafta dayanabildim. Müthiş tozlu bir iş, neyaparsanız yapın nefes almanız mümkün değil). Parisde geçirdiğim hayatımın bu en ilginç dönemi, meslek hayatımda gerçek bir mola oldu.
      Herkese böyle bir mola tavsiye ederim. Ayrıca hala görüştüğüm çok sıcak dostluklar kurdum, başka mesleklerden veya milletlerden çok sayıda ilginç insanlar ve farklı yerler tanıdım. Ingilizce ve fransızcamı akıcı hale getirme şansım oldu.
      Parisde uzman garson veya alkolik olarak hayatımı sonlandırmak istemediğim için, 2005 Aralıkta Türkiyeye dönüp askere gittim.
      Fransızcam sayesinde Bozyazı(Mersin) ya turizm jandarması olarak atandım, ancak birkez bile turistle karşılaşmadım.
      Askerlik sonrası Alcatel le görüşmem vardı. Ingiliz bir şefle konuşacağım söylendiği için 1 hafta listening çalıştığımı hatırlıyorum. Ayrıca master yaparken bitirme tezimde geçen UDP-TCP protokollerinin farkı sorusunun mülakatta sorulması, herkesin hayatında açıklayamadığı tesadüf anlarından birisidir. "Şuan ençok bildiğiniz şeyi anlatın" diye sorsalar bende o konuyu anlatacaktım, hatta soru sorulduğunda acaba kendi kendimemi konuştum diye düşündüm biran.
      Alcatel'de önce Agah Tazegül liderliğinde VOIP takımında, sonra Hatice Orbay liderliğinde MMPR Enhanced Application VOIP takımında ve son olarak da Zekeriya Muslu'nun liderliğindeki IP Transformation Center bölümlerinde çalıştım. Sun Solaris, Oracle, VOIP ve IMS güçlü olduğum konular.

      Hobilerim çok renkli, hepsine vakit ayırmam zor da olsa, Caddebostan'da paten dersleri veriyorum. Müzikle ilgileniyorum, şirketimizin müzik grubu Alca-band de perküsyon yapıyorum. Salsa, kara kalem resim, halısaha futbol diğer hobilerim. Birkaç kez kayak ve rüzgar sörfü yaptım, bunları da tekrar ve düzenli olarak yapmak istiyorum.

      28 Şubat 2010 Pazar

      "Güneşi Gördüm" - film analizi

      "Güneşi Gördüm" 12 mart 2009 tarihinde gösterime giren, Mahsun Kırmızigül'ün yazıp yönettiği, başrollerinde Mahsun Kırmızıgül, Altan Erkekli, Demet Evgar, Erol Demiröz,Cemal Toktaş,Cezmi Baskın..ın oynadığı dramatik sinema filmidir.

      Fimde kürt sorunu irdelenmektedir. Bir sınır köyünde yaşamakta olan 21 insanın PKK ve asker arasında kalmış hayatları gösterilir. Köy halkı hayvancılık yaparak süt ve peynir satıp geçinen, ilkel şartlarda hayatlarını devam ettiren bir grup insandır. Ramo (Mahsun K.) filmin iskelet karakteridir. Hikaye onun üzerinden anlatılır. Erkek çocuk istemektedir ve bu yüzden çok kısıtlı şartlarda yaşamalarına rağmen 5 kız çocuğu (biri zihinsel engelli) yapmak durumunda kalır. Kız çocuğu olduğu haberini hep öfkeyle karşılar. Kızlar gibi yürüyüp konuşan Kadonun koşup gelerek "müjdemi isterim, kız çocuğun oldu!" dedikten sonra tokat yemesi, aslında kendi yönelimlerine karşı yediği bir tokattır. Erkek çocukların ya asker ya gerilla olarak kaybedildikleri bir ortamda bu kadar erkek çocuk istemek, kadın-erkek arasındaki eşitsizliği ve insanların kendini zayıf hissetikleri bu ortamda güçlü olma arzusunu gösterir.
      Askerler köyün tamamının göçmesini istemektedirler, çünkü ancak bu şekilde terör kuşatılıp bitirilecektir. Topraklarını terkeden insanlar kurallarını hiç bilmedikleri bir hayata doğru göçerler. Ramonun, oğlunun ölüm haberini aldıktan sonra krize girip yerlerde dövünürken, yere döktüğü balıkların çırpınmasını aynı karede görmek bu benzerliği düşündürür.
      Gittikleri yerde para ve medeniyet vardır. Bu iki güç onlara en büyük zararı verir. Evde yetişkin kimsenin olmadığı bir anda, kız çocukların çamaşır makinesini alet ettikleri trajik olayda, kızların eğitimsizlikleri, medeni ev araçlarını algılayışlarındaki çarpıklık göze çarpar. Kızların ve anne babanın olan biteni idrak ettiklerinde yaşayacakları şok ve hüsranı düşünmek bu sahneyi trajik yapan unsurlardır.
      Ramo, erkek kardeşi Kado(Cemal T.) nun çocukluğundan beri varolan kadınsı yönelimlerini onaylamasa da anlıyormuş gibi davranır. Diğer kardeşi Mamo(Murat U.) ise daha sert mizaçlı ve ailede böyle bir şeyi kabullenmeyecek birisidir. Kardeşini çok da sevse, kafasında homoseksüellikle onu yanyana oturtamadığından yaşamamasının daha doğru olacağını düşünür.
      Ramo belkide olayların gidişatını yönlendirebilecek tek kişidir ama Mamo yla hiç konuşmaz ve kaderci yaklaştığı için olayların kötüye gidişini engellemez. Bu sahne aslında töresel ve feodal bakış açısıyla homoseksüellik( marjinallik) arasındaki sert duvarlar; elinde avucunda hiç bişeyi olmayan insanların namus ve ahlak konularında nekadar acımasız ve tartışılmaz kırmızı çizgilere sahip olduğunu gösterir.

      Havar(Demet E.), Ramonun eşi, aynı zamanda halasının kızıdır. 6 çocuğunu evde doğurmuş, ağrılı rahim kanamaları olan hasta bir kadındır. Hasta olduğunu güçlük çıkmasın diye Ramodan uzun süre saklaması, yöre kadının aşağılık duygusunu ve psikolojik olarak nekadar ezildiğini gösterir. Busefer de erkek çocuk doğurmasa, Ramo, üzerine kumalık getirecektir. Ramoya göre erkek çocuk yapmak için eve başka bir kadın getirmek, Havar'a olan aşkına engel değildir. Havar için ise eve kuma getirilmesi hayatta en korktuğu şeylerin başında gelir.

      Yörede kadına verilen değer minimaldir. Önemli kararlar alınırken kendilerine fikirleri pek sorulmaz. Bunun sebebi eğitime erişimdeki güçlüktür, en yakın okul 40 km uzaktadır. Ama Ramo kızlarını çok sever ve Istanbul'da okutacağına dair karakol komutanına söz verir.

      Davut(Altan E.) 'un 3 oğlu vardır, biri askere gitmiş, biri gerillalara katılmış, en küçüğü de mayına basarak bir bacağını kaybetmiştir. Bir gece yarısı, gerilla ile asker köyde burun buruna gelir. 2 oğul arasındaki tartışma, kürt sorununa teğet geçilen sahnedir.
      Bu sahnede baba, iki oğlunun arasına girer ve "bunu unutmayın siz kardeşsiniz" der, ancak sonrasında gerilla oğluna "oğlum, eve dön" diye yalvarması, aslında terörün bitmesi ve insanların eve dönmesi gerektiğini düşünüyormuş gibi sunulur. Baba, herşeyden önce oğlunun sağlığını istediği için böyle söylemiştir, yani bu sahnede siyasi gerçek sorgulanmaz. Olaylardan birincil şekilde etkilenen insanların ağzıyla barış çağrısı yapılır.
      Asker olan, gerillaya sorar "bir çatışmada karşılaşsak neolacak" diye. "ben ölürsem terörist, sen ölürsen şehit olacaksın" der abisi. Davut'un baba olarak yaşadığı ikilem aslında ülke boyutunda "kardeşin kardeşi vurması"nı sembolize eder. "Güneşi Gördüm" türündeki filmler "içimizdeki savaş" gerçeğine vurgu yaparlar. Hikayede yaşanılan şeyler sadece yöre halkına özgü değil, herkesin başına gelebilecek şeyler olarak anlatılmaktadır. Bu hümanist bakış, insanları barışı anlamaya yaklaştıran ekstra bir öğe olmuştur, filmi izleyen herkes savaşın anlamsızlığını hissederek sinemadan çıkar.

      MAHMUT

      26 Şubat 2010 Cuma

      "The conversation" by Coppola - film analizi
















      The Conversation, Francis Ford Coppola'nın 1974 de çektiği, başrollerinde Gene Hackman, Harrison Ford, John Cazale..nin oynadığı filmdir.

      Harry Caul profesyonel bir "böcek"tir. Son teknoloji ürünü, bazılarını kendi tasarladığı elektronik aletlerle para karşılığı insanları dinler. "Un coeur en hiver" fimindeki Stephane gibi, kendini işinde mükemmel olmaya adamış, duygulara kapalı, mantığını herşeyin üzerinde tutmaya ve kendini hep konsantre olmaya adamış, az konuşan, sorular sorulduğunda korkak cevaplar veren, kadınlara karşı hep temkinli, utangaç ve duygularını söylemek ve göstermekten çekinen bir kişiliktir. Harry receptif, sürekli dinleyen ve yavaş, ölçülü hareket eden biridir.
      Harry kadınlara karşı çekingenliğinin bedelini pahalıya öder. Kendisiyle beraber olmak isteyen bir kadın gece boyunca, hafif-meşrep ve arzulu tavırlarıyla göz boyayıp, atölyesinde sakladığı gizli teypleri çalar. Seyirci olarak bunu çoktan anlasak bile, Harry kadının büyüsünde kaybolduğu ve gerçekleri göremediği için onun gerçek niyetini anlayamaz. Halbuki kadın, Harry'yi daha önce mendil cebine bir dinleyici kalem koyup işleten ve küçük düşüren adamın çalışanlarından biridir. İzleyici olarak bu adama pek güvenmesek de Harry bile bile tuzağa düşer.
      Filmin sonuna doğru, yan odadan gelen cinayet, çığlık seslerini "duymamak" için kulaklarını kapatması, görevi mükemmel bir şekilde "dinlemek" olan Harry için filmin metaforlarından biridir.
      Harry kasede çektiği görüşmeyi yanlış yorumlar. Patron'un, eşini ve onun gizli aşığını öldürmek istediğini zanneder. Konuşmada geçen "He would kill us, if he had the chance"(fırsatını bulsa bizi öldürür) cümlesi aslında çiftin Patron'u öldürmek için karar aldığı andır. Harry ise bu sözleri çiftin ölüm tehditi altında oldukları şeklinde yanlış yorumlamıştır. Ama gerçek şuki Patron, kendine oynanan oyundan habersizdir.
      Filmin yardımcı karakteri, Martin (Harison Ford), Patronun ölmesini istemektedir. Bunun içinde yasak çiftle işbirliği içindedir. Patrona bu görüşme kasedini verip, görüşmede geçen otel odasında olmasını sağlamak ve onu öldürtmeyi planlamaktadır.
      Diğer metaforlardan biri de, "bugger is bugged" sahnesidir. Martin Harry'yi gizli ev telefonundan arar, ona dikkat etmesi gerektiğini, ve kendisini evinden dinlediğini söyler. Harry bunu kendisine yediremez ve böceği bulmak için tüm evi altüst eder. Koltuğun içini açar, kornişleri indirir hatta parkeleri bile söker. Ençok değer verdiği Meryem Ana heykelciğini bile kırar. Meryem ana heykelini açtığı bu sahne de bir paradoxdur. Çünkü aslında Harry çok dindardır ve birilerini dinleyip sırlarını ele vermekten dolayı insanların ölmesini aslında hiç istemez. Daha önce 3 kişinin ölümüne sebep olduğu için hep vicdan azabı duymakta ve tekrar olmasını önlemek istemektedir. Hatta rüyasında "Ben ölümden değil cinayetten korkarım" der. Ensonunda bütün evi yıkıp dökmesi ve sonunda sandalyeye oturup saksafon çalması çok hümanist, gerçekçi, bir pes etme, pişmanlık, düşünce ve aksiyon arasındaki çelişki, cinnet ve içe dönüş anını simgeler.

      Filmin unutulmaz müziği David Shire ın piyanoyla çaldığı şu parçadır.
      http://www.youtube.com/watch?v=DogQt0WJJkI&feature=related

      MAHMUT IRMAK

      2 Ocak 2010 Cumartesi

      YÜKSEK İRTİFAYA UYUM SAĞLAMA-A-klimatizasyon

      YÜKSEK İRTİFAYA UYUM SAĞLAMA / A-klimatizasyon

      Yüksek İrtifada meydana gelen dağ hastalıklarının en önemli dış sebebi, yükseklere normalden daha süratli çıkmaktır. Bu olay çok nadir olarak zorunluluktan olsa da, çoğu zaman keyfî sebeplerden kaynaklanır. Bilhassa dağcılıkla ilgilenen yeni kişilerde, neler yapabileceklerini ispatlama çabası olarak yüksek bir tempo ile gereğinden fazla bir sürate ulaşılmaktadır.Böyle bir tempo başarıdan değil, bilinçsizlikten kaynaklanır.

      Yüksek irtifada, ulaşılan rakımdaki düşen oksijen molekülü seviyesine kişinin alışabilmesi için vücutta meydana gelen değişim sürecine "Yüksekliğe Uyum Sağlama" veya a-klimatizasyon adı verilir. Bu alışma süresi, farklı bünyelere sahip kişilerde farklı sürelerde olur.

      Deniz seviyesinden 1.000 m yüksekte bulunan bir kişi, 899 Bar'lık bir basınca ve beraberinde o seviyedeki oksijen miktarına uyum sağlamıştır. Kişi, bulunduğu yükseklikten irtifa kazanmaya bağlı olarak, basıncın 795 Bar’a düştüğü 2.000 m yüksekliğe geldiğinde, vücudunun bu seviyedeki daha düşük olan oksijen miktarına uyum sağlaması gerekmektedir. Aslında bu uyum sadece oksijensizlikle ilgili değil düşük basıncın meydana getirdiği bazı ruhsal ve fiziksel tıbbi rahatsızlıklarla da bağlantılıdır. Yüksek rakımlarda ikamet edenlerin, eşit yükseklikteki dağlara tırmanmada deniz seviyesine yakın yerlerde yaşayanlara göre daha avantajlı oldukları bir gerçektir. Bu, kısmen daha düşük oksijen miktarı altında iş yapabilme gücüne uyum sağlamakla ilişkilidir.

      Yüksek irtifaya uyum sağlama (a-klimatizasyon) esnasında vücutta meydana gelen değişiklikleri şöyle sıralamak mümkündür;

      1- Erken değişiklikler:

      Yüksek solunum: Solunan havanın içindeki oksijen molekülü miktarının düşmesine bağlı olarak solunum sayısının ve derinliğinin artması ( hiperventilasyon). Tırmanma esnasında kasların yoğun tempo ile çalışması ile kimyasal değişim >(fermantasyon)laktik asidin, kimyasal değişim ile karbondioksite dönüştürülmek kaydıyla vücuttan atılır. Fakat bu işlemde, laktik asidin karbondioksite dönüştürülmesi için oksijen gazına ihtiyaç vardır ve irtifadan kaynaklanan düşük seviyedeki oksijeni, boyun atardamarındaki (şah damarındaki) basınca duyarlı alıcılar (kemoreseptörler) yardımıyla anlayan vücut, yeterli miktarda oksijen alabilmek için solunum sayısını ve derinliğini arttırır. Bu olaya "Yüksek Solunum" (hiperventilasyon) adı verilir. Vücutta gerçekleşen bu yüksek solunum, akciğerlerden sıvı kaybının ve kandaki oksijen miktarının artmasına yol açarken kandaki karbondioksit miktarını da azaltır. Fakat bu işlemler sonucunda bile kandaki kısmi oksijen basıncı(PO2) hiçbir zaman deniz seviyesindeki rakamlara ulaşamaz.
      Yüksek idrar miktarı: Yüksek solunum sırasında, akciğerler vasıtasıyla normal miktarından daha fazla dışarı atılan karbondioksitin vücuttaki miktarı azalır. Karbondioksit, vücut asit-baz dengesinde asit lehine çalışırken bu azalmayla birlikte düşen asit miktarı dengeyi baz lehine bozar. Bunu telafi etmek için böbrekler vücuttan alkali bir madde olan bikarbonat (HCO3) atımını arttırır. Yüksek miktardaki bikarbonatın vücuttan atılabilmesinin sadece idrar yoluyla mümkün olması, yüksek irtifadaki idrar miktarının artışını ifade eder. Bu uyum sistemi, vücutta yüksek solunum başladıktan 30 ile 40 saat sonra devreye girer. Kişi geceleri birden fazla idrar yapma ihtiyacı hisseder. Eğer bu olay vücutta hissedilmiyorsa, yetersiz sıvı alımı (dehidratasyon) vardır ve yüksekliğe sağlanan uyum iyi değildir.

      Yüksek hızda kalp atışı: Yüksek rakımlara ulaşıldıkça akciğerlerde kılcal damarlar (kapiller) büzüşmeye başlar. Bu büzüşme, yüksek hızdaki kalp atışı ile akciğere gelen kan akımına karşı bir direnç meydana getirerek, akciğer atardamarı basıncını yükseltir. Yükselen basınç, irtifa kazanmaya devam etmek suretiyle tehlikeli boyutlara ulaştığında, damarlardan akciğer dokusuna sıvı sızmasına ve sızan sıvının birikmesi sonucunda dağcıyı ölüme götüren akciğer ödemi meydana gelir. Yüksek hızdaki kalp atışı vücut dokularına daha fazla miktarda oksijenin iletilmesini sağlar. Kalp atışının hızlanması ile pompalanan kan ve dolayısı ile hıza bağlı olarak oksijen iletilir. Yüksekliğe uyum sağlandıktan sonra, 6.000 metre ve üzerindeki yükseklikler hariç kalp hızı normale yaklaşır.

      2- Geç değişiklikler:

      Alyuvar sayısı artar: Yüksek irtifaya alışma süresi devam ederken, vücut kanın oksijen taşıyabilme kapasitesini arttırabilmek için, kemik iliğinde oksijen taşıma işlemini gerçekleştiren alyuvar (hemoglobin) üretimini arttırır. Üretilen alyuvarlar 4 ile 6 gün sonra kanda ortaya çıkarlar. Yüksek irtifaya uyum sağlamış bir dağcıda, deniz seviyesindeki normal bir insanın sahip olduğu değerden % 30 ile % 50 arasında daha fazla alyuvar vardır.

      Difosfogliserat üretimi artar: Oksijenin alyuvarlarla bağ kurarak birleşmesini engeller ve dokulara salınımını kolaylaştırır.

      Kılcal damar sayısı artar: Oksijen, dokulara sadece kılcal damarlardan geçtiği için, kılcal damar sayısının artması dokulara oksijenin geçişini kolaylaştırır. Vücut bu sebeple kılcal damar sayısını arttırmaya çalışır ve ince dokularda daha çabuk meydana gelir.

      Yüksekliğe uyum sağlamanın temel kuralları ise şunlardır:

      Mümkün olduğu kadar 2.500 m. nin üzerine herhangi bir araçla hızlı bir şekilde çıkmayın. Daha fazla yükselmeniz gerekiyorsa bu rakımdan îtibaren yürüyerek yükselin. Hızlı ve ani bir şekilde irtifa almışsanız, bulunduğunuz rakımdan itibaren ilk 15-20 saat aşırı efor gerektiren idmanlar yapmayın.

      Bir günde alacağınız irtifaınızı düşük tutun. Normal bir dağcı orta yüklü bir vaziyette, bir gün içinde sabit bir tempo ile zorlanmadan 1.000 m ve daha yüksek metrede irtifa kazanabilecek yapıda olsa da, çok yüksek irtifalar için günde en fazla 400-600 m yükseklik kazanılmalıdır. 4.500-5.000m.nin altındaki irtifalar için ise günde 1.000m.den fazla irtifa alınmamalıdır.

      Yüksek irtifada bir tırmanış ile kamp alanına vardıktan sonra 300-400 m.daha yükselip geri kamp alanına dönerek orada uyuyun. Bu hareket vücudun yüksek irtifaya alışması için çok faydalı olur.

      Çok basit seviyede yüksek irtifa hastalıkları varsa kısa bir süre daha tırmanış yapılabilmesine karşılık orta şiddette dağ hastalıkları görülüyorsa belirtiler geçene kadar daha fazla irtifa kazanmayın. Hastalık belirtilerinin şiddetlendiği durumlarda ise mutlak suretle irtifa kaybedilmelidir.

      Bol miktarda sıvı alın. Alacağınız sıvının içine meyve karışımları, oralet gibi katkılar katmanız vücut asit-baz dengesinin düzenlenmesine de yardımcı olur. Nihai tırmanışa başlanmadan önce 1,5 litreye yakın sıvı alınmalıdır. Alınan sıvının sıcak olması da vücuttan gereksiz enerji kaybını da azaltır.

      Eğer bulunduğunuz rakımda idrar rengi koyu ve miktarı da az ise bu, yetersiz sıvı alımına işarettir ve yüksek irtifaya uyum sağlamanız için engel teşkil eder. İdrar miktarınız fazla, rengi ise açık ve berrak olmalıdır.

      Yüksek irtifaya çıktığınız ilk günlerde vücudu aşırı yoran faaliyetlerden kaçının. Hafif işlerle meşgul olmak, solunumun yavaşlaması ile vücuda giren oksijen miktarını azaltan uykudan daha iyidir.

      Alkol, sigara, uyku hapları ve sakinleştirici gibi ilaçlar solunumu baskılamaları sebebiyle kesinlikle kullanılmamalıdır.


      Yüksek irtifada, ağır yük ile çok yorulduğunuz günlerde ve bilhassa gecelerinde, protein ve yağlara göre yakılması daha kolay olan karbonhidrat ağırlıklı beslenin. Enerjiye dönüştürülmesi esnasında düşük miktarda oksijen harcaması, özellikle sindirim sırasında vücudu diğer besinlere oranla daha fazla rahatlatır. Fakat günlük kalori ihtiyacının tümü karbonhidratlardan sağlanamayacağı için istirahat günlerinde proteinli ve yağlı gıdalar da alın.