Tûba Çandar’ın Murat Belge’yle konuşarak yazdığı bu kitap yaklaşık üç yıllık bir çalışmanın ürünü... Kitabı bir solukta okuduktan sonra bir adam çıkıyor karşınıza. Cesur, hayat dolu ve başıdik ama alçakgönüllü bir adam… Güçlü fikirleri, siyasi ve insani duruşu, bilgisiyle… MURAT BELGE. Kitapta Ankara’daki doğumundan çocukluğuna, İstanbul’a yerleşmesinden eğitimine, 27 Mayıs’tan, Yassıada duruşmalarına, Marksizim’den, Kumkapı’dan, Hilton Oteli yüzme havuzuna, kaçak meyhanecilik günlerine, tekne gezilerine kadar dopdolu bir yaşam. Tûba Çandar’ın kaleminden "Murat Belge Bir Hayat..." okunduktan sonra ağızlarda edebiyat tadı bırakan titiz bir çalışma.
Kesinlikle sürükleyici bir roman tadında okunan müthiş bir hayat öyküsü gizlenmiş satırların arasına. Demokrat parti'den girip, thkpc'den çıkan,ittihat terakki 'den ödp'ye uzanan bir siyasal tarih anlatısı bir yandan, diğer yandan da william faulkner'dan orhan gencebay'a, fehmi ege'den john berger'e, denizden, meyhaneden, yemekten, yalılardan, rakıdan, ece ayhan'dan, karl marx'tan, Shostakovich den, yahya kemal'den, sloop john b.'den, helsinki yurttaşlar derneğinden, kansere hayata ve insana dair ne varsa neredeyse hepsine değen bir hikaye bu; bir nevi hisseli harikalar kumpanyası.
http://muratbelge.net/tc-bh.html
İşte kitaptan bazı alıntılar ve okurken bende oluşan fikir filizlenmeleri...
Eleştirel olamamış, mutlakçı, tümdengelimci düşünce tarzı hem müslüman hem atatürkçü hem sosyalist bu memleketin her ferdinde var. Fundamentalist iz yani. Inanca dayalı, dogmatik, özgürleşmemiş bir düşünce yapımız var.
Avrupa birliğine girmek istiyoruz, hangi ispanyol "ne mutlu ispanyolum diyene!" diyor, veya "bir isveçli dünyaya bedel" gibi bir laf duydunuzmu hiç?
---------------
Marksizmin temel özelliği bir sorunu anlamak veya ona çözüm bulmak için bilimi yardıma çağırmasıdır. Marksizim bilim değildir. Bu isi bilimsel yapalım demektir. Marksizm anlayışını liberal demokrat anlayış üzerine temellendirdim. Ama ideolojik liberalizm, ekonomik liberalizm değil. Milliyetçilik sosyalizm için nekadar benimsenecek bir kavramsa, liberaller için de öyle olmalı. Internasyonalizm denen bir olgu var.
-----------------------
Sağ sol ayrımını din üzerinden yapılamaz, solcuyum derken tüm islamcıları karşına alamazsın! bu çok büyük bir topluluktur. Solculuk, ezilenlerin hakkı, toplumda eşitlik gibi prensiplerle dincilikle paralellik gösterir. Bunu düşünmek "iktidar" muhasebesi yapmanın bir parçasıdır. Iktidara gelince neyapacaksın? tüm dincileri yerin dibine mi gömeceksin??
-------------
Murat Belge hep, Diğerleri' nden Onlar'dan bahsedip yakınıyor. Sitem ediyor. Dolayısıyla "Bu adama karşı dikkatli olayım!. yanlış yapmayayım!" tavrını oluşturuyor. Bu durumuyla bana Erdoğan ı hatırlattı.
--------------------------------------
Sadece entelektüel arkadaşlık olmaz, arada sıcaklık da olmalı. Peki sadece iş arkadaşlığı olurmu? Hep teknik konuşursun güven kazanır ve guven verirsin. ama yetmez! espriler, sıcaklıklar, sempati de gerekir. Iş dostluğunu bu yaratır. Konu şu aslında, iş sözkonusu olunca espri yapmayacağını bilmeleri lazım. Başarı da öyle kazanılıyor.
-------------------------
Nasıl üstesinden gelirsin terk edilmenin? Başka birini mi bulursun? zamana mı bırakırsın? Ben biraz zamana bıraktım, önce geri döndürmek için uğraştım biraz, aradım, mesajlar yolladım. Ama fransız bu! Birkere soğudumu, nokta! orada biter...Sen bitti desen de bitiremiyorsun, zamanın iyileştirici eli gerekiyor. Arada başkaları da oluyor tabi. Pişmanlıklar oluyor. Hatta kişiliğinin ufak bir parçası oluyor bu pişmanlık da. Sana ekleniyor yani!
------------------------
seduction ve flirt severim. Belki de farkına varmadan yaparım, işbirliği olur yani. Çok fazla kadın var etrafımda, erkekden çok kadın var. Bu, potansiyel bir flirt durumu oluşturuyor tabi. Ama hiç flirt etmediğim kıyamet kadar da insan var etrafımda.
-------------
Kürt sorunu hakkında Belge, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin ikisine de karşı. Beraber yaşamaları ve sorunları çözmeleri taraftarı. Apo önderliğinde çıkmış olan PKK nın önceleri işçi partisi olarak devrimci bir hareket olarak çıktığını, avrupada muhalif devrimcileri ve Urfa Siverek de muhalif aşiretlerle savaştığını söylüyor. Kürtleri de oldürmüş yani. Aslında ayrılıkçı bir parti olarak başlamamış, Apo muhalif olan tüm parti ve görüşlere karşı çıkmış, PKK nın kaybedecek şeyleri olmayan ilkkokul ve ortaokul mezunlarını bünyesine kattığını aslında başka alternatifi olmadığı için 12 eylül cuntasına karşı çıkan tek mücadele ve kürt örgütü olduğu için bu kadar destek ve dikkat çektiğini söylüyor.
Öncelerde Kürt sorunu diye birşey yok. Çünkü etnik farklılıklardan bahsetmek yasak. Yani 3-5 terörist var. Ve soğuk havalarda kart-kurt sesler çıkaran bir grup. Orgeneral Necdet Urug: "Bu etnik meseledir, çözümü kolay değildir" diyince basın, kürt kelimesini kullanma hakkını buluyor. Ayrılarak yaşamak enaz marifet gerektiren varoluş biçimi. Önemli olan beraberken sorunları çözmek. Ama türk devletinden pek bir gayret gelmedi şimdiye dek. Hep sorunlar görmezden gelindi.
-----------------------
Neden haftasonları sabah erkenden istanbulun güzel kafelerini dolaşmıyorum? Okumuş olurum, keşfetmiş olurum....
-----------------------------------------
Kuran diğer kutsal kitaplar gibi, ruhani ve mistik duygularla ilgili olmakdan çok, dünyevi meselelerle ilgili. Ilk bölümler daha fazla vahiy özelliği gösteriyor ama sonlarda işte " Seferden veya zaferden dönen kocanızın başına niye hediyeler getirmedin diye bela olmayın" diyecek kadar dünyevi.
Kuranda 3 koşul verilmiş kadınları dövebilme hakkını tanıyan.
---------------------------
1986 da IHD kuruldu, 1989 da Berlin duvarı yıkıldı.
--------------------------------
Binlerce CD den oluşan büyük bir koleksiyonu var; türk sanat müziği, arabesk, türk ve yabancı POP müziğini hiçbirzaman sevmemiş..Ben hangi müzikleri seviyorum?? aklıma gelenler latin müziği, mezopotamya müziği olarak geliyor. Klezmer müziği veya. Hint müziğini pek sevemedim. Ispanyada veya ispanyolca konuşan bir ülkede 1 yıl yaşamak çok faydalı olabilir aslında, hem dil öğrenirsin hemde müzik-dans bilgin müthiş artar.
Türk tangosunu insan kedi kusurunu sevmesi gibi severim.
Tango, Buenos Aires deki italyan göçmenlerin yaşadığı fakir liman semtlerinde, Boca daki yoksulların müziği ve dansı olarak çıkıyor. Ama avrupaya gelir gelmez sınıf atlıyor. Alman tangosu, ispanyol tangosu dediğin şey balolarda, davetlerde çalınan bir müziktir.
------------------------------------
NEsimi , MAhsuni , VEysel dinlerim.. Veysel politik değildi, iyiki de değildir. Ali Izzet de iyidir. Öyle sazları tıngırdatıp millet gitti aya, biz yine kaldık yaya, ay dost. Bu bir manasızlık , emek verilmemiş tembellik uyanıklık...Güzel bir sesim varmı bilmiyorum ama yanlışsız söylerim. Duygusal bir sesim vardır
------------------------------------------
Şostokoviç vals müzikleri ne bayılırım...
--------------------------------------------
Kanlı pazar: 6.filonun istanbula gelişini protesto etmek için sokağa dökülmüş insanlarla bunlara saldıran dincilerle çıkan olaylar.
------------------------------------------------------
Eskiden evlilik bir zorunluluktu, bir kasaba hayatı yaşadığımız için kız arkadaşınla dolaşmak, davetlere katılmak kepazelikler yaratıyordu. Ama artık öyle değil. Kız arkadaşınla rahatça dolaşabiliyorsun...... O 'na ihtiyacın yokken beraber olmaya başlamak eniyisi. Aslında once birey olacaksın var olacaksın. Hayat önüme birini çıkarsa beklentisinde olmadan, sevdiğin ve dilediğin bir hayat yaşamaya devam edeceksin....
26 Nisan 2011 Salı
25 Nisan 2011 Pazartesi
"şizofreni veya kişilik bölünmesi" hakkında
"Iyilik ve kötülük" aslında dışarıda değil, insan beyninin içinde sürekli savaş halindedir. Davranışlarımızı oluşturan kararları verirken beynimiz içinde sürekli bir tartışma ortamı yaratırız. Ve bir seçim veya uzlaşı sonucu karar alırız. Aynı "şirinler" deki çizgi karakterler gibi neşeli, romantik, sinirli..vb farklı bakış açılarıyla, inputları değerlendirir ve ona göre bir davranış ve hareket içine gireriz.
Işte bu tartışma ortamı içinde, herseferinde benzer özellikler gösteren değer yargıları kutuplanarak adeta özerk bir kişilik oluştururlar.
Bazı duygusal travmalar, taciz-şiddet-kaza veya ağır şok altında bu kişilik ayrımı tetiklenebilir. Veya bu çirkin olayların üzerini örtebilmek için bir savunma mekanizması olarak, aşağılanmış olan kişilik ayrıştırılabilir.
Bu yeni alt-kişilik, yorumlarını ve fikirlerini iletir. Kişi istese de istemese de bu kişilikten beslenir, iletişim halindedir ve onun varlığını engelleyemez.
Işte bu tartışma ortamı içinde, herseferinde benzer özellikler gösteren değer yargıları kutuplanarak adeta özerk bir kişilik oluştururlar.
Bazı duygusal travmalar, taciz-şiddet-kaza veya ağır şok altında bu kişilik ayrımı tetiklenebilir. Veya bu çirkin olayların üzerini örtebilmek için bir savunma mekanizması olarak, aşağılanmış olan kişilik ayrıştırılabilir.
Bu yeni alt-kişilik, yorumlarını ve fikirlerini iletir. Kişi istese de istemese de bu kişilikten beslenir, iletişim halindedir ve onun varlığını engelleyemez.
Annie Hall - film analizi
Annie Hall 1977,
Woody Allen ın yönetmen ve ortak yazarlığını yaptığı, Brooklyn doğumlu yahudi komedyen Alvy Singer ve şehirli küçük-burjuva Annie Hall (Diane Keaton ) arasındaki yarı-biyografik sinema filmidir.
Alvy karamsardır, O'na göre insanlar "zavallılar" ve "çaresizler" olarak ikiye ayrılır; "çaresizler" kör sakat gibi engellilerdir ( ki bunların hayata nasıl katlandığını bilemez!), ve "zavallılar" yani geri kalan herkes! Alvy tüm Woody Allen karakterleri gibi "çok" konuşur, herşeyi hiç durmadan sorgular. Filmde en çok sorgulanan ana başlıklar aşk, ölüm, psikanaliz, cinsellik ve dindir.
Alvy ve Annie arasındaki aşk aslında imkansızdır, çünkü enbaşta aralarında aileden gelen büyük kültür farklılıkları vardır. Bir yanda aristokrat-burjuva bir aile, öbüründe geleneksel ve mütevazi bir yahudi ailesi..
Alvy, küçüklüğünden itibaren hayatı ölümle anlatmaya çalışmıştır, "ölüm benim obsesyonlarımdan biridir" der, kız (Annie) ise hayatı mümkün olduğunca güzel yaşamak ve tadını çıkarmak gerektiğini düşünür. Hakikaten de dinsel eğitimin yoğun olduğu ailelerde, "ölüm kavramı" küçük yaşlardan itibaren öğretilmeye çalışılmış, büyük bir "korku" ve "sınav" unsuru olarak çocukların hayattan gerçekten keyif almalarının önünde enbüyük engellerden biri olmuştur. Annie ninki gibi ailelerde ise tam tersine yeni birşeyler yaşamak, deneyim kazanmak, amaçları-hayalleri peşinden koşmak, yeni insanlarla tanışmaktır hayat...hatta cocain ve marihuana gibi uyuşturucularla ayaklarını yerden kesmeyi gerektirir.. O' da bu amaçla, California LA e taşınıp yeni arkadaşlıklar ve partilerle hayatını renklendirmek ister. Alvy ise aslında hayattan ne istediğini tam olarak bilmemektedir, Newyork' da yaşamak ister ama pek de sevmez aslında, aşık olduğu kadını sürekli eleştirir, yargılar. Filmde biçok kez Freud un şu lafını tekrarlar:
"I would never want to belong to any club that would have someone like me for a member."
Özetle, "beni kabul edebilecek bir kadının seviyesinde biriyle asla beraber olmak istemem!" Bence bu yargı, erkeklerin en büyük komplekslerinden biridir. Bizi olduğumuz gibi kabul edenler yerine, peşinden koşturan kadınlara daha kolay aşık oluruz! (değilmi?)
Tanıştıkları ilk saatlerdeki flörtleşme sahneleri, hoş sakarlıklar, doğal paslaşmalar, canlılık, sempati, utangaçlık içeren güzel ve samimi kareler yansıtıyor.
"Gerçekçi" sahnelerden birisi, ilişkinin artık tıkandığı ve ayrılmaları gerektiğini ikisinin de aynı anda içlerinden geçirdiği sahnedir. Annie inisiyatifi alır ve "artık bununla yüzleşmemiz gerekiyor, bu ilişki tıkandı" der. "Aşk bir kopekbalığı gibidir; ya dibe batar ya da burnunun dikine olanca hızıyla gider."
Görünüşe göre onların köpekbalığı "çoktan ölmüştür."
Alvy sürekli herşeyi sorguluyor ve çok çok çok konuşuyor demiştik. (nervous verbal diarrhea).
Annie nin beklediği cinsellik ise daha huzurlu, daha sakin ve daha şevkatli bir ritueldir. Çiftimizin ilişkileri şehvetli olmaktan çok, bu tutum ayrılığından dolayı, ikisinin de katlanmak zorunda olduğu bir sıkıntı gibi. Psikologlarıyla konuştukları sahnede, aynı anda faklı odalarda, aynı sorulara nekadar farklı cevaplar verdiklerini, erkek ve kadın algısının nekadar farklılaşabildiğini görüyoruz.
Alvy nin, sahilde yürürken Annie yi aniden"ensesinden tutması" da bana hem babacan, hem dostane hem de dominant/baskıcı ve maço bir jest olarak göründü.
Filmde sitkom montajları, müzik produktörleri, sinema sektörü gibi birçok konu hakkında da ince eleştiriler var.
Woody Allen, eniyi film dalı dahil 4 dalda oskar alan bu filmde, zeki ve komik senaryosunun yanında, sinematoğrafik açısından yaratıcı ve yenilikçi sayılabilecek birçok teknik kullanmış:
Örneğin:
Mahmut IRMAK
Woody Allen ın yönetmen ve ortak yazarlığını yaptığı, Brooklyn doğumlu yahudi komedyen Alvy Singer ve şehirli küçük-burjuva Annie Hall (Diane Keaton ) arasındaki yarı-biyografik sinema filmidir.
Alvy karamsardır, O'na göre insanlar "zavallılar" ve "çaresizler" olarak ikiye ayrılır; "çaresizler" kör sakat gibi engellilerdir ( ki bunların hayata nasıl katlandığını bilemez!), ve "zavallılar" yani geri kalan herkes! Alvy tüm Woody Allen karakterleri gibi "çok" konuşur, herşeyi hiç durmadan sorgular. Filmde en çok sorgulanan ana başlıklar aşk, ölüm, psikanaliz, cinsellik ve dindir.
Alvy ve Annie arasındaki aşk aslında imkansızdır, çünkü enbaşta aralarında aileden gelen büyük kültür farklılıkları vardır. Bir yanda aristokrat-burjuva bir aile, öbüründe geleneksel ve mütevazi bir yahudi ailesi..
Alvy, küçüklüğünden itibaren hayatı ölümle anlatmaya çalışmıştır, "ölüm benim obsesyonlarımdan biridir" der, kız (Annie) ise hayatı mümkün olduğunca güzel yaşamak ve tadını çıkarmak gerektiğini düşünür. Hakikaten de dinsel eğitimin yoğun olduğu ailelerde, "ölüm kavramı" küçük yaşlardan itibaren öğretilmeye çalışılmış, büyük bir "korku" ve "sınav" unsuru olarak çocukların hayattan gerçekten keyif almalarının önünde enbüyük engellerden biri olmuştur. Annie ninki gibi ailelerde ise tam tersine yeni birşeyler yaşamak, deneyim kazanmak, amaçları-hayalleri peşinden koşmak, yeni insanlarla tanışmaktır hayat...hatta cocain ve marihuana gibi uyuşturucularla ayaklarını yerden kesmeyi gerektirir.. O' da bu amaçla, California LA e taşınıp yeni arkadaşlıklar ve partilerle hayatını renklendirmek ister. Alvy ise aslında hayattan ne istediğini tam olarak bilmemektedir, Newyork' da yaşamak ister ama pek de sevmez aslında, aşık olduğu kadını sürekli eleştirir, yargılar. Filmde biçok kez Freud un şu lafını tekrarlar:
"I would never want to belong to any club that would have someone like me for a member."
Özetle, "beni kabul edebilecek bir kadının seviyesinde biriyle asla beraber olmak istemem!" Bence bu yargı, erkeklerin en büyük komplekslerinden biridir. Bizi olduğumuz gibi kabul edenler yerine, peşinden koşturan kadınlara daha kolay aşık oluruz! (değilmi?)
Tanıştıkları ilk saatlerdeki flörtleşme sahneleri, hoş sakarlıklar, doğal paslaşmalar, canlılık, sempati, utangaçlık içeren güzel ve samimi kareler yansıtıyor.
"Gerçekçi" sahnelerden birisi, ilişkinin artık tıkandığı ve ayrılmaları gerektiğini ikisinin de aynı anda içlerinden geçirdiği sahnedir. Annie inisiyatifi alır ve "artık bununla yüzleşmemiz gerekiyor, bu ilişki tıkandı" der. "Aşk bir kopekbalığı gibidir; ya dibe batar ya da burnunun dikine olanca hızıyla gider."
Görünüşe göre onların köpekbalığı "çoktan ölmüştür."
Alvy sürekli herşeyi sorguluyor ve çok çok çok konuşuyor demiştik. (nervous verbal diarrhea).
Annie nin beklediği cinsellik ise daha huzurlu, daha sakin ve daha şevkatli bir ritueldir. Çiftimizin ilişkileri şehvetli olmaktan çok, bu tutum ayrılığından dolayı, ikisinin de katlanmak zorunda olduğu bir sıkıntı gibi. Psikologlarıyla konuştukları sahnede, aynı anda faklı odalarda, aynı sorulara nekadar farklı cevaplar verdiklerini, erkek ve kadın algısının nekadar farklılaşabildiğini görüyoruz.
Alvy nin, sahilde yürürken Annie yi aniden"ensesinden tutması" da bana hem babacan, hem dostane hem de dominant/baskıcı ve maço bir jest olarak göründü.
Filmde sitkom montajları, müzik produktörleri, sinema sektörü gibi birçok konu hakkında da ince eleştiriler var.
Woody Allen, eniyi film dalı dahil 4 dalda oskar alan bu filmde, zeki ve komik senaryosunun yanında, sinematoğrafik açısından yaratıcı ve yenilikçi sayılabilecek birçok teknik kullanmış:
Örneğin:
- Oyuncunun objektife direk bakarak izleyiciyle diyaloğa geçmesi, bir anlamda izleyicinin şahitliğini alması;
- babaannenin yemek masasında onu aslında nasıl gördüğünü yansıtma- (şapkalı ve sakallı, bildiğimiz yahudi kılığına geçmesi)
- sinema kuyruğunda bir yazar(Marshall McLuhan) hakkında atıp tutan bir eleştirmen ile, direk yazarın kendisini getirip yüzleştirmesi ve "keşke gerçek hayatta da böyle olsaydı!" demesi;
- iki farklı ortamı karşılaştırmak için ekranı ikiye bölerek (PictureInPicture) iki ayrı ortamı da göstermesi,
- Annie nin "ruh" ve "bedeninin" görsel olarak iki farklı kişi olarak ayrılması,
- animasyon; masaldaki kötü cadıya aşık olmasının canlandırıldığı kısa çizgi film sahnesi,
- gençlik ve çocukluk çağlarına flash-back ler
- hafızasını yenileyip eski anılara dönüşler,
Mahmut IRMAK
17 Nisan 2011 Pazar
Caramel- film analizi
Lübnan yapımı, yönetmenlik ve yardımcı yazarlığını yaptığı filmin başrolünde de oynayan Nadine Labaki nin Caramel filmi hakkındaki detayları aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.
http://www.imdb.com/title/tt0825236/
Caramel, Beyrutta çalışarak hayatlarını sürdüren 5 farklı kadının öyküsü. Filmde Si-bell adı güzellik salonunda çalışan 3 kadın ve kapı komşuları ortayaşlı bir terzi ve bakmakta olduğu yaşlı annesi nin hikayesini izliyoruz.
Film Beirutta geçtiği halde savaştan bahsedilmez. Evlilik, aşk temaları işlenilmeye çalışılmış. Filmde aynı zaman da hristiyan ve müslüman arkadaşların hiç sorun olmadan beraber yaşadıklarını görüyoruz. Aslında ortadoğuda farklı dinlere mensup kadınların nasıl kavgasız dövüşsüz hatta birbirlerine destek olarak yaşamlarını sürdürdüğünü anlıyoruz. Hristiyan arkadaşları müslüman bir genç kızın evlilik öncesi bekaret sorununu çözmek için uğraşırlar mesela. Çünkü gelin olacak kız daha önce bir erkekle beraber olmuştur, ancak kocası bunu bilmesin diye ameliyat olur ve bu sayede kocası eşinin bekaretinin ilk kez gerdek gecesinde bozulduğunu sanacaktır. Burada hristiyan olan 2 arkadaşı, Nisrin e yardım edip beraber jinekoloğa giderler.Yani erkeklerin yönetiminde yuzyıllarca din savaşları yaşanmış olan bu topraklarda, feminen duyguların nasıl beraber ve kardeşçesine birbirine tutunduğuna şahit oluyoruz. Hakkaten de aslında din çoğu zaman siyasi çıkarlar için suistimal edilmiştir erkek liderler tarafından. Bunun arkasında hep kitleleri arkasına alma ve oy desteği kaygısı yatar. Ama kadınlar için durum farklıdır. Onlar farklı dinlerden de olsa birbirini anlarlar, ne tür sıkıntı ve zorunluluklar altında ezildiklerini, mecburiyetler altında girdiklerini görürler ve birbirini çok iyi anlayıp hoşgörürler. Keşke ortadoğuda kadın liderler başa gelebilse; siyaset, eğitim sistemlerini kadınlar organize etselerdi...
Filmde ayrıca bir polis memurunun aşkı anlatılıyor, komik memurumuz en ufak bir hatasını bahane ederek güzel Layale ile konuşma çabası içindedir. Ve sonunda muradına erer, tüm gün bakım yaptırır kendisine ve bıyıklarının bu kadınlar tarafından kesilmesini de engelleyemez:) Burada yine polis memurunun bıyığından olması, kadın mizacının sertliklerin üstesinden nasıl gelebileceğini gösteriyor.
Layale aşığıyla otel odasında doğum gününü kutlamak için bir gece geçirmek ister. Gelgelelim hiçbir otel evlilik belgesi olmadan rezervasyon kabul etmez. Filmde kadınların sıksık kendi isimlerini değiştirdiklerini görüyoruz. Otel rezervasyonu yaparken, jinekoloğa giderken...yakalanma, tanınma korkusu gerçekten kadınlar için büyük tehdittir. Namus hala bir tehlikedir ama kadınlar gizlilik, yalan ve dalavere konusunda başarılıdırlar. Aslında gerçektende bir kadın yalan soyleyince anlaşılması imkansız denecek kadar zordur. Mesela bekaret sorununu çözmek için, " o iş kolay, çarşafına horoz kanı süreriz olur biter" derler, veya tuvalet sırasına kaynamak için "hastayım" diyip sonra yalanı anlaşılmasın diye kırmızı boyalı peçete ve pedini çöp kutusuna atan uyanık kadınlar.
Filmde para uğruna bazı sınıfların nasıl diğer insanları manikürcü, pedikürcü olarak kullandığını, bu sektörün aslında kölelikle nekadar da bağdaştığını gördük. Neden çoğu kadın bu işleri kendileri hallederken bazıları başka kadınlardan yardım ister. Belki sistem değişti, artık kölelik kalktı ama eskiden hizmet gören insanlar yine aynı hizmeti fazlasıyla görüyorlar. Ama bu sefer o eskiden zorla köle olarak alınıp satılan insanlar, hayatlarını devam ettirecekleri paraları kazanmak uğruna çalışıyorlar ve özgür olduklarını sanıyorlar.
Filmde belki en dramatik karakter Rose dir. Annesi hafif akıl hastası Lili ye hayatının sonuna kadar tahammül etmelidir. Lili bağırıp çağırsa, saçmalıklarıyla müşterileri rahatsız etse bile Rose un kaçacak yeri yoktur. Annesini terk edemez, bunu yapacak cesareti yoktur. Hatta beklediği beyaz atlı prens Charles onu randevulaştıkları kafede saatlerce beklediği halde O, gidemez. Aslında gidebilirdi ama o noktada aşağılık komplexi yer edinmeye başlıyor. Kendini bu yeni ve güzel hayata laik göremiyor. Çıkıp gidebilse bile yaptığının yanlış olduğunu düşünüyor çünkü annesine vefasızlık yapmış olacak. Ama tabiiki ikisinin arasında optimum bir çözüm bulması gerekirdi. Mutluluk ve annesinin bakımını devam ettirme arasında bir çözüm bulmalıydı. Çünkü aslında mutsuzluğunun sebebi olarak annesini görmekte ve ona yüklediği bu artan sorumluluk yüzünden kendisinden gittikçe daha fazla nefret etmektedir. Halbuki kendi mutlu olsa beki annesine sevgi duymaya başlayacaktır ama sorun şu ki Lili yi yanlız bırakamaz. Belki yanlarına alabilirdi ama ozaman da Lili hayatlarını çekilmez hale getirmeye devam ederdi.
Filmin adı olan "caramel" tatlısıyla, kadınların enbüyük acı kaynağı olan ağda arasında bir benzetmeye gidilmiş.
18nisan2011
Mahmut
http://www.imdb.com/title/tt0825236/
Caramel, Beyrutta çalışarak hayatlarını sürdüren 5 farklı kadının öyküsü. Filmde Si-bell adı güzellik salonunda çalışan 3 kadın ve kapı komşuları ortayaşlı bir terzi ve bakmakta olduğu yaşlı annesi nin hikayesini izliyoruz.
Film Beirutta geçtiği halde savaştan bahsedilmez. Evlilik, aşk temaları işlenilmeye çalışılmış. Filmde aynı zaman da hristiyan ve müslüman arkadaşların hiç sorun olmadan beraber yaşadıklarını görüyoruz. Aslında ortadoğuda farklı dinlere mensup kadınların nasıl kavgasız dövüşsüz hatta birbirlerine destek olarak yaşamlarını sürdürdüğünü anlıyoruz. Hristiyan arkadaşları müslüman bir genç kızın evlilik öncesi bekaret sorununu çözmek için uğraşırlar mesela. Çünkü gelin olacak kız daha önce bir erkekle beraber olmuştur, ancak kocası bunu bilmesin diye ameliyat olur ve bu sayede kocası eşinin bekaretinin ilk kez gerdek gecesinde bozulduğunu sanacaktır. Burada hristiyan olan 2 arkadaşı, Nisrin e yardım edip beraber jinekoloğa giderler.Yani erkeklerin yönetiminde yuzyıllarca din savaşları yaşanmış olan bu topraklarda, feminen duyguların nasıl beraber ve kardeşçesine birbirine tutunduğuna şahit oluyoruz. Hakkaten de aslında din çoğu zaman siyasi çıkarlar için suistimal edilmiştir erkek liderler tarafından. Bunun arkasında hep kitleleri arkasına alma ve oy desteği kaygısı yatar. Ama kadınlar için durum farklıdır. Onlar farklı dinlerden de olsa birbirini anlarlar, ne tür sıkıntı ve zorunluluklar altında ezildiklerini, mecburiyetler altında girdiklerini görürler ve birbirini çok iyi anlayıp hoşgörürler. Keşke ortadoğuda kadın liderler başa gelebilse; siyaset, eğitim sistemlerini kadınlar organize etselerdi...
Filmde ayrıca bir polis memurunun aşkı anlatılıyor, komik memurumuz en ufak bir hatasını bahane ederek güzel Layale ile konuşma çabası içindedir. Ve sonunda muradına erer, tüm gün bakım yaptırır kendisine ve bıyıklarının bu kadınlar tarafından kesilmesini de engelleyemez:) Burada yine polis memurunun bıyığından olması, kadın mizacının sertliklerin üstesinden nasıl gelebileceğini gösteriyor.
Layale aşığıyla otel odasında doğum gününü kutlamak için bir gece geçirmek ister. Gelgelelim hiçbir otel evlilik belgesi olmadan rezervasyon kabul etmez. Filmde kadınların sıksık kendi isimlerini değiştirdiklerini görüyoruz. Otel rezervasyonu yaparken, jinekoloğa giderken...yakalanma, tanınma korkusu gerçekten kadınlar için büyük tehdittir. Namus hala bir tehlikedir ama kadınlar gizlilik, yalan ve dalavere konusunda başarılıdırlar. Aslında gerçektende bir kadın yalan soyleyince anlaşılması imkansız denecek kadar zordur. Mesela bekaret sorununu çözmek için, " o iş kolay, çarşafına horoz kanı süreriz olur biter" derler, veya tuvalet sırasına kaynamak için "hastayım" diyip sonra yalanı anlaşılmasın diye kırmızı boyalı peçete ve pedini çöp kutusuna atan uyanık kadınlar.
Filmde para uğruna bazı sınıfların nasıl diğer insanları manikürcü, pedikürcü olarak kullandığını, bu sektörün aslında kölelikle nekadar da bağdaştığını gördük. Neden çoğu kadın bu işleri kendileri hallederken bazıları başka kadınlardan yardım ister. Belki sistem değişti, artık kölelik kalktı ama eskiden hizmet gören insanlar yine aynı hizmeti fazlasıyla görüyorlar. Ama bu sefer o eskiden zorla köle olarak alınıp satılan insanlar, hayatlarını devam ettirecekleri paraları kazanmak uğruna çalışıyorlar ve özgür olduklarını sanıyorlar.
Filmde belki en dramatik karakter Rose dir. Annesi hafif akıl hastası Lili ye hayatının sonuna kadar tahammül etmelidir. Lili bağırıp çağırsa, saçmalıklarıyla müşterileri rahatsız etse bile Rose un kaçacak yeri yoktur. Annesini terk edemez, bunu yapacak cesareti yoktur. Hatta beklediği beyaz atlı prens Charles onu randevulaştıkları kafede saatlerce beklediği halde O, gidemez. Aslında gidebilirdi ama o noktada aşağılık komplexi yer edinmeye başlıyor. Kendini bu yeni ve güzel hayata laik göremiyor. Çıkıp gidebilse bile yaptığının yanlış olduğunu düşünüyor çünkü annesine vefasızlık yapmış olacak. Ama tabiiki ikisinin arasında optimum bir çözüm bulması gerekirdi. Mutluluk ve annesinin bakımını devam ettirme arasında bir çözüm bulmalıydı. Çünkü aslında mutsuzluğunun sebebi olarak annesini görmekte ve ona yüklediği bu artan sorumluluk yüzünden kendisinden gittikçe daha fazla nefret etmektedir. Halbuki kendi mutlu olsa beki annesine sevgi duymaya başlayacaktır ama sorun şu ki Lili yi yanlız bırakamaz. Belki yanlarına alabilirdi ama ozaman da Lili hayatlarını çekilmez hale getirmeye devam ederdi.
Filmin adı olan "caramel" tatlısıyla, kadınların enbüyük acı kaynağı olan ağda arasında bir benzetmeye gidilmiş.
18nisan2011
Mahmut
4 Nisan 2011 Pazartesi
Mr Nobody - film analizi
Yönetmen
Jan Dormael Jaco
Mr Nobody filminin başrolünde Kelebek Etkisi ve RequiemForADream filmlerinden tanidigimiz Jared Leto oynuyor.
Filmde annesi ve babasi bir tren istasyonunda ayrilirken ikisi arasında seçim yapmak zorunda kalan 9 yasindaki Nemo nun hikayesi anlatilmaktadir.
Annesinin bindigi tren yavas yavas hareket ederken, garda bekleyen babasinin elini birakip trene annesine dogru kosar Nemo...
Annesi biryandan babasi diger yandan seslenirler...
hizlanmalimidir? yoksa durup beklemelimi? veya gerimi dönmelidir?..bu sirada Nemonun hayati ikiye ve daha sonra yapacagi seçimlere göre 3 e, 4 e, 5 e ayrilacaktir, ve bu hayatlara zamanlı zamansız insomnia misali geçişlerine tanık olacağız...
Filmin ana temasi sudur: "seçim yapmassak aslinda hersey mümkündür"
Bu yüzden Nemo bir hiçkimsedir, çünkü hiçbir seçim yapmamistir hayatinda, o yüzden hiçbir hatirasi yoktur..
Ama film sadece 9 yasindaki çocugun bu dramatik seçimini degil, zaman-seçimler-evren hakkinda da ciddi bilimsel kuramlar içeren ve tartisan bir senaryo içeriyor.
Nemonun bilimsel kimligi araciligiyla filme aktarilan fikirler anlasilmasi güç olsada kafa yorulmasi gereken kuramlardir.
Örnegin zaman, aslinda madde var oldugu için vardir, yani bir sigara dumani etrafa dogru dagilmasa ya da yanan bir mum erimeye baslamasa zamani farkedemezdik.
Evrende hersey dagilmaya, saçilmaya ve düzensizlesmeye meyillidir, entropi kuramiyla da açiklayabilecegimiz bu olay maddelerdeki minimum entropi ve maksimum düzensizlige yönelim olarak açiklanir. Yani zaman geriye dönse BigBang yerine, Büyük Birlesme gerçeklesecek ve evren bir füzyon ile küçük bir kum tanesine dönüsecektir.
Seçimleri biz yaptigimizi zannederiz ama aslinda bu seçimi bir yazi-tura yardimiyla da yapsak ayni degerde mutlu olacagizdir.
Sonuçta seçimlerin sonuçlarini biz olusturmuyoruz çünkü. Gelecegi göremeyiz.
Belki de o yüzden "evlilik bir piyangodur" der bazi insanlar:)
Elise aslinda asik oldugu adamdan vazgeçerek Nemoyla evlenir ve sonunda içinde kalan hayalleri ve asik oldugu kisiyle evlenmemis olmanin verdigi pismanlik ve keder yüzünden depresyona girer. Mutlu bir aileleri oldugu halde geçmiste yasamaya devam eder ve birgün cesaretini toplayip evi terkeder.
Ama hayalindeki insanla yollari çakisip karsilastiklari zaman onu farketmez bile. Yanindan hiç ayirmadigi fotografini çikarip özlemle seyretmeye devam eder.
Bence de geçmiste kalan seçimlere dönmemek gerekiyor, suan keske öyle yapsaydim dedigin anda aslinda degismissindir, geri dönüp o kisiyi bulup kaldigin yerden devam etmen seni daha fazla mutlu edecek birsey degil. Önemli olan "olaylarin içindeyken" kararini verip o doğrultuda çaba harcamandır.
Gerçi Nemo bunu da deniyor ama yine de mutlu olamiyor, hep baska yerlerde kaliyor akli, çünkü aslinda hiç birzaman bir seçim yapmamis.
Önemli olan o hisler ve ortam içindeyken kararini verip o sekilde zamani devam ettirmen. Yani bir havuz gibidir zaman.
Içindeyken yüzmeye devam etmek lazim, birkere çikarsan sonra girdiginde suyun sicakligina tekrar alisman zaman alacaktir.
Filmde ergen gençler arasindaki sevisme sahneleri çok hos. Insani aska çagiran sahneler. Enaz türkan soray-kadir inanir filmleri kadar etkili:)
Bazen asklarin önlerine engeller çikiyor ama bu engelleri asmak için ençok nekadar çaba harcayabiliriz?
Gelip gelmeyeceginden emin olmasak, nezaman gelecegini bilmesek bile günlerce deniz fenerinde birisi için bekleyebilirmiyiz?
veya önümüze çikan engelleri asmak için nekadar ugrasabiliriz, nelerden vazgeçebiliriz.
Yada çok aradigimiz birisi belkide hemen yanibasimizdan geçerken onu farkedebilirmiyiz?
çok uzak olsak bile bize seslenen birini nasil duyabiliriz, bizi çagirdigini hissetsek bile bu sese nekadar güvenir ve pesinden gideriz?
Önünde engeller olunca, veya yasak seyler yaparken ask daha güçlü oluyor. O engeller kalktiginda artik tadi kaçiyor, sanki baska bir hayati kovalamak daha enteresan hale geliyor.
filmde "sen aslinda yoksun" dediginde tam olarak anladigimi zannetmiyorum.
Butür varolusçu ve felsefi cümleleri gerçekten analiz edip saglam ve somut fikirler çikarabilmek çok da kolay degil.
Nemo, bir de kararlarini yazi-turayla vermek ister.Demir paranin ikiyüzüne evet ve hayir yazar.
Bir trenin önüne gelip "hayir" çiktigi için atlamaktan vazgeçer, ama "evet" çiktigi için bir adamin kiligina girip oteline yerlestirildiginde silahli iki kisi tarafindan öldürülür. Yani seçimleri rastgele yapmak da aslinda bizi bir yere götürmeyecektir.
Ekose hirkali ve duvar kagitli sahneler, birtür TrumanShow misali, seçimler olmasaydi netür bir siradanlik yasayacagimiza yönelik sahnelerdi.
Benim seçimler hakkindaki sözlerim bellidir; eger çok arastirdigin ve danistigin halde kararsizlikta kaliyorsan,
önündeki seçeneklerden herhangi birini seçebilirsin. Fayda olarak kesinlikle esit degerdediler.
Zaten kararsizlikta kalman, sana mantik olarak bu seçeneklerin esit degerde oldugunu ve aralarinda sadece "his" farkinin oldugunu söyler. Orada eger hislerini dogru dinleyip caninin istedigine "GO" dersen, mutlu olmaman için hiçbir sebep kalmaz.
Sadece karar vermis olmanin tadini çikarman kalir geriye. Eger yanilirsan bunu olgunlastirici bir ders olarak alirsin. Pisman da olabilirsin, pismanlik da beni ben yapan ögelerden biridir.
Bu GO kararini aldigin hisler seni sen yapan, yasam sevincini olusturan, sabahlari uyanma istegini veren, ve iradeni olusturan seydir.
Aslinda seçimlerin degil, o hislerin toplami, seçimleri yapma gücün, hayattan daha fazla zevk almani saglayacak ve kendini sevmeni saygi duymani saglayacak olan bir degerdir.
Jan Dormael Jaco
Mr Nobody filminin başrolünde Kelebek Etkisi ve RequiemForADream filmlerinden tanidigimiz Jared Leto oynuyor.
Filmde annesi ve babasi bir tren istasyonunda ayrilirken ikisi arasında seçim yapmak zorunda kalan 9 yasindaki Nemo nun hikayesi anlatilmaktadir.
Annesinin bindigi tren yavas yavas hareket ederken, garda bekleyen babasinin elini birakip trene annesine dogru kosar Nemo...
Annesi biryandan babasi diger yandan seslenirler...
hizlanmalimidir? yoksa durup beklemelimi? veya gerimi dönmelidir?..bu sirada Nemonun hayati ikiye ve daha sonra yapacagi seçimlere göre 3 e, 4 e, 5 e ayrilacaktir, ve bu hayatlara zamanlı zamansız insomnia misali geçişlerine tanık olacağız...
Filmin ana temasi sudur: "seçim yapmassak aslinda hersey mümkündür"
Bu yüzden Nemo bir hiçkimsedir, çünkü hiçbir seçim yapmamistir hayatinda, o yüzden hiçbir hatirasi yoktur..
Ama film sadece 9 yasindaki çocugun bu dramatik seçimini degil, zaman-seçimler-evren hakkinda da ciddi bilimsel kuramlar içeren ve tartisan bir senaryo içeriyor.
Nemonun bilimsel kimligi araciligiyla filme aktarilan fikirler anlasilmasi güç olsada kafa yorulmasi gereken kuramlardir.
Örnegin zaman, aslinda madde var oldugu için vardir, yani bir sigara dumani etrafa dogru dagilmasa ya da yanan bir mum erimeye baslamasa zamani farkedemezdik.
Evrende hersey dagilmaya, saçilmaya ve düzensizlesmeye meyillidir, entropi kuramiyla da açiklayabilecegimiz bu olay maddelerdeki minimum entropi ve maksimum düzensizlige yönelim olarak açiklanir. Yani zaman geriye dönse BigBang yerine, Büyük Birlesme gerçeklesecek ve evren bir füzyon ile küçük bir kum tanesine dönüsecektir.
Seçimleri biz yaptigimizi zannederiz ama aslinda bu seçimi bir yazi-tura yardimiyla da yapsak ayni degerde mutlu olacagizdir.
Sonuçta seçimlerin sonuçlarini biz olusturmuyoruz çünkü. Gelecegi göremeyiz.
Belki de o yüzden "evlilik bir piyangodur" der bazi insanlar:)
Elise aslinda asik oldugu adamdan vazgeçerek Nemoyla evlenir ve sonunda içinde kalan hayalleri ve asik oldugu kisiyle evlenmemis olmanin verdigi pismanlik ve keder yüzünden depresyona girer. Mutlu bir aileleri oldugu halde geçmiste yasamaya devam eder ve birgün cesaretini toplayip evi terkeder.
Ama hayalindeki insanla yollari çakisip karsilastiklari zaman onu farketmez bile. Yanindan hiç ayirmadigi fotografini çikarip özlemle seyretmeye devam eder.
Bence de geçmiste kalan seçimlere dönmemek gerekiyor, suan keske öyle yapsaydim dedigin anda aslinda degismissindir, geri dönüp o kisiyi bulup kaldigin yerden devam etmen seni daha fazla mutlu edecek birsey degil. Önemli olan "olaylarin içindeyken" kararini verip o doğrultuda çaba harcamandır.
Gerçi Nemo bunu da deniyor ama yine de mutlu olamiyor, hep baska yerlerde kaliyor akli, çünkü aslinda hiç birzaman bir seçim yapmamis.
Önemli olan o hisler ve ortam içindeyken kararini verip o sekilde zamani devam ettirmen. Yani bir havuz gibidir zaman.
Içindeyken yüzmeye devam etmek lazim, birkere çikarsan sonra girdiginde suyun sicakligina tekrar alisman zaman alacaktir.
Filmde ergen gençler arasindaki sevisme sahneleri çok hos. Insani aska çagiran sahneler. Enaz türkan soray-kadir inanir filmleri kadar etkili:)
Bazen asklarin önlerine engeller çikiyor ama bu engelleri asmak için ençok nekadar çaba harcayabiliriz?
Gelip gelmeyeceginden emin olmasak, nezaman gelecegini bilmesek bile günlerce deniz fenerinde birisi için bekleyebilirmiyiz?
veya önümüze çikan engelleri asmak için nekadar ugrasabiliriz, nelerden vazgeçebiliriz.
Yada çok aradigimiz birisi belkide hemen yanibasimizdan geçerken onu farkedebilirmiyiz?
çok uzak olsak bile bize seslenen birini nasil duyabiliriz, bizi çagirdigini hissetsek bile bu sese nekadar güvenir ve pesinden gideriz?
Önünde engeller olunca, veya yasak seyler yaparken ask daha güçlü oluyor. O engeller kalktiginda artik tadi kaçiyor, sanki baska bir hayati kovalamak daha enteresan hale geliyor.
filmde "sen aslinda yoksun" dediginde tam olarak anladigimi zannetmiyorum.
Butür varolusçu ve felsefi cümleleri gerçekten analiz edip saglam ve somut fikirler çikarabilmek çok da kolay degil.
Nemo, bir de kararlarini yazi-turayla vermek ister.Demir paranin ikiyüzüne evet ve hayir yazar.
Bir trenin önüne gelip "hayir" çiktigi için atlamaktan vazgeçer, ama "evet" çiktigi için bir adamin kiligina girip oteline yerlestirildiginde silahli iki kisi tarafindan öldürülür. Yani seçimleri rastgele yapmak da aslinda bizi bir yere götürmeyecektir.
Ekose hirkali ve duvar kagitli sahneler, birtür TrumanShow misali, seçimler olmasaydi netür bir siradanlik yasayacagimiza yönelik sahnelerdi.
Benim seçimler hakkindaki sözlerim bellidir; eger çok arastirdigin ve danistigin halde kararsizlikta kaliyorsan,
önündeki seçeneklerden herhangi birini seçebilirsin. Fayda olarak kesinlikle esit degerdediler.
Zaten kararsizlikta kalman, sana mantik olarak bu seçeneklerin esit degerde oldugunu ve aralarinda sadece "his" farkinin oldugunu söyler. Orada eger hislerini dogru dinleyip caninin istedigine "GO" dersen, mutlu olmaman için hiçbir sebep kalmaz.
Sadece karar vermis olmanin tadini çikarman kalir geriye. Eger yanilirsan bunu olgunlastirici bir ders olarak alirsin. Pisman da olabilirsin, pismanlik da beni ben yapan ögelerden biridir.
Bu GO kararini aldigin hisler seni sen yapan, yasam sevincini olusturan, sabahlari uyanma istegini veren, ve iradeni olusturan seydir.
Aslinda seçimlerin degil, o hislerin toplami, seçimleri yapma gücün, hayattan daha fazla zevk almani saglayacak ve kendini sevmeni saygi duymani saglayacak olan bir degerdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)